10 Aralık 2010 Cuma

Evet!!

Bugün hayatıma şöyle bir uzaktan baktım. Sevdim, bağrıma bastım onu. Mutluyum. Güzel şeyler oluyor ve hayat bazen karşınızdakinin sizi anladığı kadardır ya hani, benim karşıma öyle biri geçti ki ben leb demeden o çorum diyor yani o derece. :):) Gözlerimdeki mutluluk ruhumdaki dinginlik, aşırı sevinmelerim ani sakinleşmelerim uzaklara dalışım sonra geri dönüşümdeki şapşallığım. Güzel şeyler oluyor evet, güzel şeyler bunlar. :):)

Bugün o kadar ama o kadar şapşaldım ki...

Üniversiteyi lise mantığıyla yaşıyoruz bu karşı konulamaz bir gerçek. Bizim grup her zamanki gibi fakülte önünde kah gülüşmek kah sekuşiyle eğlenmekte kah Kıvanç'ın berbat sigarasını içmesini beklemekte ve de kah dersten kaçma planları yapmaktaydı. Işık şiddeti fazla olduğunda bir süre sonra ortalık kararırya işte bizde fazla aydınlanmaktan artık etrafımızı göremez haldeydik bu durum organik kimya dersine girmememiz gerektiğinin apaçık bir göstergesi gibiydi. İdil, Ecem, Kıvanç ve ben bu fikrin içimizde yarattığı sevinçle dalga dalga dalgalanmaktaydık. Yukarı çıkıp eşyalarımızı almamız gerekiyordu. İdille bir yandan gülüp bir yandan merdivenleri çıktık ve koridordan sağa döndüğümüzde organik dersini işleyeceğimiz sınıfın önündeki kalabalığı gördüğümde nedense ayırt ettiğim tek kişi Gizem oldu. Gizem diye çığlığı basıp yanına hızlı adımlarla sağa sola debelenerek gitmek suretiyle ağzımdan organik dersine girmiyoruz hadi kaçıyoruz demem 2 sn bilemedin 3sn sürdü ama başımı yalnızca ve yalnızca 1 derece döndürdüğümde organik kimya hocamızı görmem paha biçilemezdi.
-Sen bilirsin istersen kaç ama sınavda bu dersin %70 çıkacak ona göre.
-Olsun ben yinede kaçacağım nihohahahaha.

//
Flashback- herhangi bir kimya dersinde Mehmet Hoca ile göz göze gelen Nihan'a hoca'dan itiraflar:
Bu kız beni deli ediyor, Sen sınıfın manyağı mısın?, Dikat sorunun var spor yapmalısın ya da dans etsende olur unutma anksiyete ciddi bir hastalıktır.
İlk organik dersi: (Derse gireli 15-20 dakika oldu ve konuşmama rekoru kırıyorum)
- Sen çok geveze birine benziyorsun.
-Daha ağzımı bile açmadım hocam.
-Gözünden belli oluyor konuşkan seni :):)

//

Gün sonunda öğrenilinirki organik kimya konuları bu dönem için bitmiş. Ders bitti şimdi dağılabilirsiniz.

Sanırım bu duruma üzülüyorum. Hayatımda ilk defa bir hoca beni anlamıştı. Dikkat dağınıklığım üzerine benimle konuşmuştu ve Mehmet hoca 2. dönem yok. Sanırım son dersine girmeliydim, ben kaybettim. :(:(

İyi geceler... Hey Joshua ;)

21 Ekim 2010 Perşembe

Susmalıyım.

Konuşmamalıyım, kafamın içinde ki sesler susmalı. Her seferinde bir yanılgı, her seferinde bir yenilgi... Durmalıyım, düşünmemeliyim ki daha fazla üzülmemeliyim. Kendimi kandırmamalıyım oysa en sevdiğim şey bu değil mi? Kabullenmeliyim gerçeği kaçmamalıyım. Peki neden? Artık bıktım bu sorudan ne kadar çok vaktim var benim bu saçma sapan şeyleri düşünmek için. Sıkıldım kendimden ve tüm yanılgılarımdan. Gerçekle karşılaşınca topallamalarımdan sıkıldım. Nedir bu bende ki bitmek tükenmek bilmeyen sonradan sıkıntılara sebep olan düşünceler. Sus karga sus, kapa düşüncelerinin çenesini yasaklıyourm sana tüm "ya öyleyse" li cümleleri.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Bir ilke daha imza attım

Dün gece Bernacığımda kaldım. Geçmiş, gelecek tüm acı çektirtecek ne kadar konu varsa ortaya döküldü saçıldı salya sümük ağlandı falan filan. Bir de üç kız oturup ağlayınca daha da bir tuhaf oldu tabi. O değil de ben kimi dinlesem ağlıyorum. Berna'nın ev arkadaşı Nazlı, o anlatıyor ben ağlıyorum Berna anlatıyor yine ağlıyorum sonra kendim anlatıyorum ağlıyorum. İstem dışı yaşlar süzülüveriyor gözümden. Olsun hepimize iyi geldi bence bu terapi. Neyse ilke gelelim bence, hayatım boyunca ilk defa birisiyle yüz yüze uyudum daha doğrusu uyuyabilmişim kendime şaşırdım. Ben yüz yüze hiç uyuyamam nedense tahammül edemiyorum, ya ben arkamı dönücem ya da yanımda ki bana arkasını dönecek. Yeter ki yüz yüze uyumayalım. Tabi Bernayla öyle bir uyumuşuz ki sabah uyandığımda gayet birbirimize sarılmış bir şekilde buldum ikimizi. Oysa gece öyle mi yatmıştık gayet kıçımızı dönmüş birbirimize, öyle uyumuştuk. Demek ki olabiliyormuş.

Dersler çok ağır geçiyor be. Artık beynim almıyor gece gece. Şu anda da uykum var nedense, direniyorum yatağa girmemek için. Neyse gideyim uyuyayım ben en iyisi.

3 Ekim 2010 Pazar

Bu havalarda fazla gelmeyin üstüme, biyolojik bir açıklaması var inanın!!

Öncelikle neresinden tutsam kelimelerin de adam gibi cümleler kurabilsem diye düşünüyorum. Epey olmuş ben yine yazmayalı. Muhtemelen yine saçmalayacağım. Başlıktan da anlaşılacağı gibi bir derdim var benim. Bulaşmayın bana bu havarlarda. Şimdi size dinazorların yok oluş hikayelerinden birini anlatacağım ve benimle alakalı olarak bir bağlantı kurucağız. Cidden.

Dinazor adında ki zavallı hayvancıklar (tamamen nesilleri tükendiği için zavallı sıfatı kullanılmıştır yoksa haddime mi!!) bundan bi' 200-250 milyon yıl önce dünyaya merhaba demişlerdir. Şöyle bi' 100-150 milyon kadar bir sürede gerek dünya üzerinde koşmak, uçmak ve de avlanmak gibi faaliyelerde bulunmuş oldukları gibi kendi nesilleri içinde sevimli yavrular dünyaya getirmişlerdir. Git gide çoğalmışlar ve büyük bir saltanata kavuşmuşlardır. Tabi her yükselişin bir çöküşü de vardır elbet. Zavallı dinazorcuklar mutlu mesut tüm güç dengeleri ellerinde dünya üzerinde sefa sürerlerken tüm Hollywood filmlerinde de olduğu gibi devasal boyutta eşek kadar bi' gök taşı Amerika'ya düşmüştür. Zaten neden bütün filmlerde tüm felaketlerin Amerika'nın başına geldiğini de bu durum açıklamaktadır. (Amerika ile aynı kaderi mi paylaşıyorum tanrım ben?) Çarpışma o kadar şiddetli olmuştur ki dünya üzerinde yaşayan canlı türü %60-%70 azalma göstermiştir. Gariban canlılar oradan oraya uçuşmuşlar neye uğradıklarını şaşırmışlardır. Neyse efendim bu çarpışmayla tabi ki çok miktarda toz bulutu oluşmuş ve bu tozlar atmosferi kaplamıştır. Güneş ışınları yer yüzüne ulaşamamış ve dünya çok uzun süre karanlıkta kalmıştır. Yeryüzünü ısıtıp aydınlatmayan güneş ışığı fotosentezi durdurmuş ve dünyayı soğumaya ve donmaya terk etmiştir. Peki bu gariban dinazorlar bundan nasıl etkilenmiştir? Bilindiği üzere dinazorlar soğukkanlı hayvanlardır aynı kurbağalar ve yılanlar gibi. Her insan evladı hayatında bir kere tam zıplarken soğuktan kaskatı kesilip donmuş bir kurbağa görmüştür elbet. İşte dinazorlarda bu soğuk dünya üzerinde hareket yeteneklerini yavaş yavaş kaybetmiş ve de donmuşlardır. Bu durum kime yaramıştır? Elbette ki sıcakkanlı hayvan oğlu hayvanlara. Sıcakkanlı hayvanlar vücut ısılarını ortam sıcaklığına göre ayarlayabildikleri için doğuştan şanslı kesimi oluşturmuşlardır tıpkı biz Homo sapiens sapiens ler gibi. Tabi bu sıcakkanlı bol hareketli hayvanlar donmuş hareketsiz zavallı savunmasız dinazorları kemirmeye, yumurtalarını yemeye, her türlü kavurma olsun sote olsun çeşitli şekillerde tüketmeye başlamışlardır. ve böylece dinazorların sonu gelmiştir. Bir saltanat yok olmuş harab olmuştur. O devasal cüsseler dünya üzerinden ilalebet silinmiştir. Neden? Belki bir keseli sıçan yüzünden ne demiş atalarımız kurt kocayınca köpeğin maskarası olurmuş. Sanırım bu noktada gözyaşlarıma hakim olamayacağım.

Şimdi bu durumun benimle ne alaksı olduğunu merak ediyorsunuz. Bu yine ne saçmalıyor diyorsunuz biliyorum. Şu yaklaşan hatta dan diye gelmiş olan soğuk havalarda benim zavallı beyin hücrelerim donuyor. Hareket yeteneklerini kaybediyorlar, bölünemiyolar. (not: beyin hücrelerinin bölündüğü kanıtlanmıştır artık yok olmalarından korkmamıza gerek kalmadı) Hatta düşünme aktivitemi bile yitirebiliyorum. Böyle hareketlerimde bir yoğunlaşma git gide katılaşma kendini gösteriyor. Bu sebeple dışarı çıkmak olsun, eğlenenceli aktivitelere katılmak olsun hepsinden mahrum kalmak ve bir köşeye sığınmak istiyorum. Yoksa ortalık yerde donup kalıvereceğim ve bir keseli sıçana kurban olup gideceğim. Yazık değil mi bana?

Bugün için öncelikle Ayşegülcüğümden özür dilerim. Daha sonra dün bütün gün Filiz'le buluşmak için planlar yapan zihnimin sabah donduğu için (havalar yüzünden) kendi yaptığım plana sadık kalamayıp Filiz'le irtibata geçmediğim için Filizciğimden özür dilerim. Ayrıca bütün bir hafta İdilciğim ve Handeciğimin başının etini yediğim içinde özür dilerim. Son olarak 21 yıldır beni çekmek zorunda kalan çilekeş anneciğimden ve de babacığımdan da özür dilerim. Nilay senden özür dilemiyorum çünkü sen bir abla olarak beni çekmek zorundasın. Hem de ölene kadar, ne kadar eğlenceli değil mi?

Beni bu havalar mahvetti. Valla.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Kabul

Bu sabah bok gibi uyandım. Rüyamda katildim. Katil miydim? Zamanı sürekli durduruyordum oysa yaptığım sadece telefonumun çalar saatini durdurmaktı. Geç kalıyordum, zaman yetersizdi ya da ben yettiremiyordum. Bir şeyler atıştırdım, özensiz giyindim, dişlerimi fırçaladım ve asıktan hallice suratımla kendimi sokağa attım. Somewhere over the rainbow'u dinledim, hala aynıydım. Kafamda dünden beri aynı replik vardı. "Daha önce hiç birini öldürdün mü? -Birinin hislerini incittim."

Sonra hastahanenin kapısından içeri girdim, artık normaldim. Biraz ironik değil mi?

27 Ağustos 2010 Cuma

24 Ağustos 2010 Salı

Beğenmediğim ünlü kadınlara benzetilmek dışında hoş aslında böyle, güzel falan...

Günler güzel geçiyor aslında hızına yetişemiyormuşum gibi. Bu staj olayı çok tuhaf, hoşuma gidiyor bir yerde. Sabah erkenden kalkıp hiç penceresi olmayan yalnızca beyaz bir ışığın hakim olduğu bir yere gidiyorum. Akşam 5'te çıkıyorum (gönüllü stajyer olma torpili :D:) sabah 8:30'dan akşam 5'e kadar sanki hayat duruyor. Yaşanmıyor gibi. Mesela şu anda yorgunluktan ölüyorum ve uyumak için adeta çıldırıyorum. Akşam 5'ten bu saate kadar işte hayat bu kadar. Kısayken daha iyi oluyor sanırım. :P:D:D

Aslında itiraf etmeliyim ki 2 hafta boyunca laboratuar sorumlularımız Elmas Abla, Sinem Abla doktorumuz Gülveren Hanım tarafından iltifatlar duymak çok hoşuma gidiyordu. Özellikle Gülveren Hanım beni çok beğendiğini Miss Turkey'i katılmayı düşünüp düşünmediğimi bile soruyordu (ben o işler için artık çoktan karta kaçtım Gülveren Hanımcım, o kızlar 18'lik benim yaşım almış başını gitmiş diyemedim tabi ki) ee tabi insanın hoşuna gidiyor bir yerde ama ta ki bugüne kadar. Evet bugün beni Bergüzar Korel'e benzettiler. Sanırım bu ömür boyu başıma gelecek sevmediğim, beğenmediğim kadınlara benzetilmek Penelope Cruz gibi Asuman Krause gibi... Sevmiyorum, beğenmiyorum gelip beni buluyor. Birde beğenmediğimi söylediğim halde ısrarla benzetmiyorlar mı hakaret mi ediyorsunuz kardeşim? Tabi Charlize Theron'a benzetecek halleri yok ya :D:D:D Ama bugün demedim "ben o kadını hiç beğenmiyorum" diye. En acıklısı da inek gibi baktığını düşündüğüm bu zat-ı muhteremin bakışları gibiymiş bakışlarım. Demek ki bende inek gibi bakıyorum, Tanrım beni yanına al tamam tüm tekliflerini kabul ediyorum. :D:D:D:D

Neyse Joshh renkli ojelerim ve ben adlı şu anda uydurduğum projemde mor oje ayağındayız. Bugün mavi ojelerimi çıkarttım ve mor ojelerimi sürdüm. Vatana millete hayırlı olsun. :P:D:D Yeşil ve fosforlu pembe başı çekmekte tabi hadi hayırlısı.

İyi geceler Joshua ;)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Saçmalama ehliyeti

2 yıl önceki yazılarım için,

http://osymdennefretediyorum.spaces.live.com/

Temsili olarak,

"...

Bu ne saçma sapanlık böyle (şahsen içimden böyle demek geldi) bu ne kendini bilmezlik (hala devam ediyor kaynağını çözemedim). Bu kadar sinir harbi yeter. Bir önceki yazımı 5 gün önce yazdığım için blogumda yayınlamadan önce bir iki cümle bugüne ait bir şeyler yazayım dedim. Yazmaz olaydım! Yine kontrolsüz saçmalamaya başladım. Saçmalama ehliyeti diye bir şey çıksa ve lütfen her önüne gelene verilmese, çekilmiyorlar bazen. Şu benim kontrol dışı saçmalamalarım gibi… Fakat bu konuda mütevazi davranamayacağım eğer “saçmalama ehliyeti” diye bir şey olsaydı bana ben başvurmadan verirlerdi. Söylemesi ayıptır çok iyi saçmalarım. (herhalde ego patlaması bu olsa gerek adı bile saçma olan bir konuda kendini öven tek insan) Neyse gönül isterdi ki bir beyin fırtınası yaratalım, zeka parıltısı içeren cümleler kuralım ama ne acı ki gecenin köründe bu kadar oluyor. İyi geceler efendim esen kalınız… Eyvallah.

25.02.09

02:22"


Ciddiye almadığınız için teşekkür ederiz :P:D:D:D


2006 yılından bu yana bana hizmet veren my space'e teşekkürlerimle azuhahahahaaaa!!!

15 Ağustos 2010 Pazar

Bu durum kadınlara yapılan en büyük haksızlıktır.

Bu nasıl olur? Dünya üzerinde yaşayan kadınlara haksızlıktır, hakarettir bu!!! Birde gözümüze vurmak için takvime koyuyorlar fotoğrafını. Bu insan ötesi mahluğu ilk gördüğümde Floransa sokaklarında şuursuzca dolaşıyordum ta ki takvimin tanıtım afişini görene dek. Bir sene öncede içimden başlangıçtaki cümleleri geçirmiştim. "Nilay bize bu nasıl yapılır??Acaba günah çıkartmaya mı gitsek?" İlk görüşte aşk hiç bu kadar hüsranla sonuçlanamazdı. Elinde tuttuğu Roma'nın yolları broşüründe kendisi bilmez ki Roma'nın bütün yolları ona çıkmakta. Tüm sapıtmışlığımla yazıyor olsamda gerçeklerden kaçılmaz bu adam rahip olmamalıydı. Adını bilen var mı aranızda? :(:(:(:(

"Calendario Romano 2009"

12 Ağustos 2010 Perşembe

Acı çekmek özgürlük değilmiş oğlum bize yalan söylemişler!!!

İş hayatının yoruculuğu ve de bitmek bilmeyen bacak ağrımla cebelleşiyorum. Bugün idrar tahlilinden çok daha ilginç şeyler inceledik sperm hücresi ve vücut sıvısı. Lökositler, proteinler, bakteriler... :):):)

Uykum var ve yarın gün bitiminde haftasonu tatilim başlayacak yuppiii!!! Bomboş geçiyormuş görünümü veren şu hayatımı birazcık doldurmak adına bir şeyler yapmaya çalışmam görülmeye değer Joshua. Neyse yorgunluktan parmaklarım bile ağrıyor sonra görüşürüz bebek. ;)

10 Ağustos 2010 Salı

Ördeğe özenen karga

Ve bir günün daha sonunu getirdik. Bu gece haydar perdeleri havalandırmakta, mutlu olmak için bir neden bak sana.

Evin erkeği Hopa'ya gitti bizde evimizin içerisinde ana, kız ve kutsal ruh olarak bi' yaşam formu sergilemekteyiz.

En son genel biyoloji sınavımdan sonra böyle olmuştum, bedenim uyumak için çıldırıyor fakat beynim reddiyordu. Dün gece ben bunu yine yaşadım ne olur bu gece yaşamayayım. Ne yaptıysam uyuyamadım en sonunda karnım acıktı bende sarelleli ekmeğe ve de bir koca bardak dolusu süte sığındım. Sizde olmasanız hayat çok sıkıcı hee!!

Bugün neler mi yaptım Joshuacığım, bol bol idrar tahlili yaptım. Iyk!! Sonra tüberküloz başlangıcı yaşaması muhtemel bir balgamı inceledim mikrobiyoloji doktoromuzun gözetiminde. Aman balgamda lökosite dikkat, gözünüzü seveyim aşık olmayın. :P:D:D

Ördek misali sudan çıkmaz oldum Joshua, yıkanmaktan haz etmeyen Nazım'ın sözü geldi aklıma "biz ördek miyiz kardeşim?" ama bu hava koşullarında günde 3 defa duş almak farzdır Joshua. Sabah duş, akşam duş gece yatarken bu sefer soğuk duş. Yoksa sıkıyorsa uyu uyuyabilirsen. Neyse ben gideyim biraz bir şeyler yiyeyim sonra da zıbarıp yatayım. En güzel günler seninle olsun be Josh!

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Stajjj

Bugün stajımın ilk günü ve yorgunluktan geberiyorum. Dün gece iki saat bile uyumadım. Sıcakla ve sinekle mücadele derneği kurmak istiyorum.

Anladığım bir şey varsa o da hastahane ortamının kesinlikle bana uygun olmaması gerçeği. Kan alınan bebekler, idrar tahlilleri... Evet öğreniyorum ve öğrenicem ama o kadar! Bugün öğrendiğime en mutlu oldum şeyse gram boyama tekniği sonuçta okulda bana lazım olacak. Neyse bu kadar sohbet muhabbet yeter gideyimde biraz dinleneyim.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

İdare et!

Antalya'dan döndüğümden beri yalnız başıma yürürken, minibüsle eve gelirken zihnimden neler geçtiğini kurcalıyorum. Sana yazacak tonla şey geliyor aklıma ama hep şikayet hep şikayet. Kapıdan içeri girdiğim de püff hepsi uçup gidiyor zihnimden. Söylemek istediklerim bu kadar. Şimdi gidip film seyredeceğim. 24 saatteki 8 filmden sonra bu 9. olacak öperim gözlerinden Joshua ;)

5 Ağustos 2010 Perşembe

Sustum. Sanki buna mecburmuşum gibi...

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Temmuza veda ederken

Oysa farklı düşüncelerim vardı ama... Bitti.
Mesela insanlar olsa zekice espiriler yapan. ... ve insanlar olsa zekice yapılan espirilere gülen. Bu öylesineydi, içimden öylece fırlayıverdi.

***

Siyah ve beyazlaydım. Çok kısa bir süre için. Griye mahkumum belki de o yüzden bu süreler hep çok kısaydı. Siyah olan her fırsatta siyah oluşundan dem vurup içten içe beyaz olduğunu düşünmekteydi. Beyazsa tüm siyahları görebildiğini sanan ara ara kendini siyah hisseden bir kirli beyazdı. Zaten beyaz gerçekte yoktur öyle değil mi? Uydurmasyon. Yani ana renk bile değil ki? Bütün renklerin birleşimi. Ee sonuçta tüm özelliklerin tek bir yerde toplanma gibi bir olasılığı olmadığından beyaz da otomatik olarak yok demektir. O benim ütopyam. Hiç bir zaman bulamayacağım.

*****

Siyah daha kolay anlaşılıyordu tüm o saçma sapan karanlığa rağmen. Çünkü göz yormuyordu, öylece ortada duruyordu. Onu komik kılan şey ise o gizemli havaya bürünmeye çalışması ve içine girdiğinde göz yoran beyaz bir ışık saçacakmış gibi davranması. Oysa içerisi sıfır noktası ve uzak mesafeden bi' durup bakmadan anlaşılabilecek gibi değil. Yakın mesafeden siyahın içindeki lekeleri göremezsin. Siyahı siyahla yenemezsin.

*******

Beyaz hep ütopikti. Kusursuz. Aslında beyaz diye sıfatlandırılmak çok zor. En küçük hata bile gözler önünde. Tahammüllerin sıfırın altında yer aldığı anların rengi. Her seferinde siyahın deşifrecisi. Siyahı yok edebilecek tek renk. Beyazın işiyse zor. Ona herkes düşman. Tarihte var mıdır bütün herkesin düşman olduğu bir ülke? O yer beyazdan geçmekte.

*********

Griyim. Siyahın yanında beyaz, beyazın yanında siyah gibi duran saçma sapan bir renk. Bir türlü oturtamıyorum çizginin neresindeyim. Başka renkler gelse mesela yeşil, mavi...

***********

Yazacak hiç bir şey bulamıyorum. İşin aslını mı soruyorsun? Bulmamak istiyorum. Yazdıkça tükeniyorum. Kelimeler yüzünden hissetiklerim benden eksiliyor ve iyice yalnızlaşıyorum. Ben bu hikayeyi çok iyi biliyorum. Hissetiklerimi yazmamalıyım hatta düşünmemeliyim bile. Yalnızlığımla içten içe gururlanmamalıyım. Egomu bu denli sevmemeliyim. Artık duygularımı paylaşmayı öğrenmeliyim. Kendi sınırlarımı önce kendim aşmalıyım.

Çünkü her seferinde kendimi merkeze koyduğumda her şeyin eksenimde olmasından, her hangi bir şeyi merkeze yerleştirdiğimde kendi yörüngemden kovulmaktan sıkıldım.

...........

Yazacak hiç bir şey bulamıyorum.

25 Temmuz 2010 Pazar

Suya daldığınızda gözünde güneş gözlüklü birini görürseniz bilin ki o ...

Hayat postmodern bir tavrıla sürreal çizgiler taşımakta. Bana bile gına geldi he her iki kelimemden biri ya postmodernizm ya da sürrealizm. Oysa ki lisede öylemiydi, realizm içindi her şey realizm. Fekat lisenin üzerinden ohhoooo yıllar geçti. Bu dışa vurulmuş realizm beynimin içinde reddedildi. Her şey daha da sürreal olsun lütfen!!

Ne kadar yorucu bir gün oldu bugün, artık gece erkenden zıbarırım yani hayalim bu yönde. Şimdi şu son 8 gün için planlar yapmaktayım ama aynı zamanda zorlanmaktayım. Doğru düzgün hareket etmiyorum. :( Neyse acıktım Joshua gideyim de yemek yiyeyim. ;)

Suya daldığınızda gözünde güneş gözlüklü birini görürseniz bilin ki o Şevki Abim :):):):)

23 Temmuz 2010 Cuma

Her neyse

Her gün bir şeyler yazmalı gibi hissediyor insan şu sıralı tarihleri görünce. Peki benim yeni aldığım şu turuncu defterim ne olacak? Aldığımdan beri çok fazla elim gitmedi nedense. Kafamda sıraladığım ve beni sürekli tetikte tutan düşünceleri biraz serbest bırakmalıyım. Bunu başardığımda normal hayatıma geri dönebilirim aslında. Evet evet şu düşünceler beni yoran ve kafamı sürekli meşgul edip sinirlenmeme neden olan düşünceler. Artık kontrol etmeyi öğrenmeliyim.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Kendime karşı mesaj kaygısı.

Hayat her seferinde lehine çeviriyor yaşananları ve sen "hop hemşerim ne oluyoruz?" bile diyemiyorsun. Bazen o kadar gereksiz yere sabır gösteriyoruz ki sabır göstermemiz gerektiğinde tahammülümüz sıfır çizgisinde yanıp sönüyor. Artık buna alıştım deken bile hiç bir şeye alışamamış olduğumu düşünüyorum. Tepkilerim, düşüncelerim, kaprislerim hep kendime. İstediğim şeyi istediğim gibi dile getiremiyor olmama. Sessizlik beni yoruyor, seslerse boğuyor. Bunun ortası var mı? Varsa nerede? Biliyorum sana çok yükleniyorum Joshua ama bu sorulara bir cevap bulmak senin görevindi. Oysa sen görevini en başından beri yerine hiç getirmedin.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Korkarım baktıkça istikbalime...

Yalnız yaşacağım. Yani şimdi değil yaşım ilerlediğinde ve buna mahkum olacağım ama yalnız ölmek istemiyorum ben. Şu anda çekilir bir kişi değilim, eminim yaşladığımda daha huysuz ve daha çekilmez olurum. Kendimle başım dertte ve ne yapacağımı bilmemekteyim. "Böyle giderse bir ömür boyu yalnız kalacaksın"lardan tutta ohhoooooo daha neler neler söylüyor arkadaşlarım ve ailem bana. Neden bu kadar şartları ve koşulları zorluyorum bilmiyorum. Neden bu kadar tahammülsüzüm bilmiyorum. Kestirip atabiliyorum ama buna neden olanlar var. Mesela "o" bak hala bana ulaşmaya çalışmıyor. Kaybetme korkusu gütmeyen birini ben neden kaybetmekten korkayım ki? Neyin beklentisi bu ki bunca zaman sürdü? O bile böyle davranabiliyorsa bir başkası nasıl davranır ki? Sen bile yardımcı olamıyorsun değilmi Joshua? Bu sefer karşındakinin ne düşündüğüne hakim değilsin. Aklından geçenleri çözemiyorsun. Yoruldum...

Bugün kan tahlili yaptırdım bakalım sonuçları nasıl çıkacak. Bu aşırı yorgunluğun ve uyku halinin bir açıklaması olamalı. Tahlil sonuçlarına göre yengemin benimle ilgili planları var. :P:D:D

Bu sabah çok berbat bir rüya gördüm Joshua. Antalaya'dayız annem, babam ve ablam geri gelmişler teyzemle birlikte. Ablamla babam plaja inmişler bizde onların yanına gitmek için yola çıkmışız. Kestirme olsun diye 10-15 katlı bir binanın inşaatının içinden geçmek istiyoruz ama inşaatı kapatmışlar. Yola tekrar çıkabilmemiz içinde inşaat iskeletinin içinden geçmemiz gerekiyor. Annem ve teyzem iskeletlerin arasından kolayca geçip yola çıkıyorlar. Bense bir türlü geçemiyorum, sıkışıp kalıyorum. Sanki demirler daraldıkça daralıyor. (Düşün annem ve teyzem geçiyor ben geçemiyorum) Daralıyorum ve birden sinirlenip demirlerin arasındaki tahtaları oynatıyorum. Annemin "hayır" çığlığı kulaklarımı dolduruyor. Bütün o iskelet üzerime yıkılıyor bense kanımın sıcaklığını hala hissediyorum. Tahtaların ve demirlerin üzerime doğru gelişini görmek berbattı. Üç boyutlu aksiyon filmi seyrediyor gibiydim. Bir an uyanamayacakmışım gibi geldi.

Şimdi buradayım. Bilinç altım saçmalamaya hep devam edecek.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Beni rahatta dinleyin

İç sıkılması, Joshua ne olur azalarak bitsin. Bıkkınlık hat safhada. Zaten hasta ve yorgunum. Sanki her şey üst üste geliyor. Böğkkk!!

Ya neden cümleleri bu şekilde kurdum ki ben şimdi? Hayatımda kurmayacağım kadar kısa cümleler kurdum ve aralarına virgüller yerleştirmeden noktalar koydum. Evet ben tuhaflaşıyorum.

Sanki zaman geçmiyor... Yüzüm, ellerim zamana karşı direniyor. Geçen yıllar güzel geçiyor diyoruz ya bitmeyen dakikalarda bu güzel görünen zamanın bir parçası değil mi? Yine mi kandırıldık? Yoruldum Joshua.

İçimden bağıra çağıra şarkı söylemek geliyor ama boğazım ağrıyor. :(:(

Benimle probelemi var şu yazın

Bulutların güneşin önüne geçtiği zamanlarda bile brozlaşabiliyorum ben. Hayat bana solaryumsuz temiz bir kararma armağan ediyor. Ama yazın olduğum şu gripler neyin nesi peki? Hem hastayım hem de sakat. Önce boğazım ağrımaya başladı sonra burnumdaki o iğrenç yanma süreci. Ben nezle olurum ama burnum hiç akmaz bunu biliyormuydun Joshua? Ama hep akıyormuş hissi yok mu o da beni ifrit ediyor. Nefes alamıyorum. Oksijen... Sonra yetmiyormuş gibi bacağımı çarptım, öyle bir sertçarptım ki anında morardı ve şişti. Hala ağrıyor uzun süre geçeceğe de benzemiyor. Birde üstüne yalnızlıklarım. Ne vardı şimdi Nilay dönmeseydi İstanbul'a.

Neden şu yazların benimle problemi var? Neden hep yüreğim ağzımda geçiriyorum bu dönemi? Pöf!! Bundan sonra kendimi kandırmayacağım. Söz. İzci sözü ;)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Yaşar Kemal(!)



Hatırıma düşmüşken paylaşmamak olmazdı. 20. Ulusal Biyoloji Kongresi kapsamında 21-25 Haziran'da Denizli'deydik. Bu fotoğrafta gördüğünüz yer Pamukkale Üniversitesi'nin kongre salonun bahçesi ve giriş kapısının sağ tarafında kalan bu heykel Yaşar Kemal (!)'in heykeliymiş. Bölüm başkanımız sayın Prof. Fazıl Özen olmak üzere hepimizi dumura uğratan bu heykele üzülerek belirtiyorum ki fazlasıyla güldük. Heykelin altında Yaşar Kemal yazmasa kim bu insan diye düşünüp duracaktık. Gerçekten böyle saçma bir heykel yapmak her insan evladına nasip olmaz. Yaşar Kemal'e hiç benzemeyen ve ne alakaysa sol elinin işaret parmağını ağzının kenarına götürerek İtalyanların "hım lezzetli olmuş bu yemek" deme şeklini ortaya koyarak saçmalamışlar.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Olay budur!



Eğer fizik okuyan hafiften sıyrık bir ablan varsa belkide canın en sıkkın olduğu anlarda bile bir şekilde eğlenecek bir şey bulabilirsin. Ben bugün kendime eğlenmek için seni seçtim Nilay. Gazan mübarek ola!!

ve küçük Nilay Einstein ile azuhahahaha!!

Joshua Temmuz en bereketli ayın değil mi?

Bu ayda bir şey var sürekli yazmaya iten bir şey. Ben sıkıldım artık çok sıkıldım. Joshua artık bana yardım edemiyorsun, artık hiç ipucu vermiyorsun. Ben üzülüyorum, ben ağlıyorum ve sen beni uzaktan seyrediyorsun. Hani hep kulağıma fısıldayacaktın ipuçlarını. Yalancısın! Rol yaptın ve kandırdın. Bense her seferinde inandım. Aslında söylemek istediğim bir şey var sana değil ama Joshua.

Eğer bana "neden bana güvenmiyorsun? neden güvenemiyorsun?" diye sorsaydın ben cevabı verebilirdim. Ama hiç sormadın, hiç konuşmadın ben bir şeyler söylemek için çırpındım sen öylece suratıma baktın. Beni anlamak adına beynini yorsaydın eğer ne kadar acı çektiğimi görürdün. Ama sen öylece suratıma baktın. Benim kanadım kolum kırık, bunu sana anlatamıyorum. Kendi içimde ne yaşadığımı... Mazhar Alanson şöyle diyor "sen beni tanımazsın severim de söylemem" sen bunu da anlamazsın. Öyle bir yaparsın ki, ben artık gitmek zorunda kalırım sen arkamdan bakarsın ve suçlu ben olurum. Oysa suçlu sensin bu bil.

6 Temmuz 2010 Salı

Sus_mak.

Beklentiler, beklenenler hep var olmaya devam edecek peki nereye kadar? Nereye kadar susulacak ve nereye kadar adım atmadan öylece sabit kalınacak. Hayatı dondurmak gibi ama aynı zamanda beyninden geçen her şeyi hızlı bir şekilde sarmak gibi. Yoruyor, hiç bir şey başta olduğu gibi olmamalı. Yeniden yürek ağızda dolaşılmamalı yeniden oturduğun yere sığamadığın halde hareketsiz kalınmamalı. Bunu kimse hak etmiyor.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Nokta

Bugün milat olsun.

4 Temmuz 2010 Pazar

Nasıl yani?

Neyse başlık aradan çıksın diye böyle yaptım. Eve geldim ve yapacak hiç bir şey bulamadım ve sonra sen aklıma geldin Joshuaaaa dilimde de "i can fly but i want his wing, i can shine even in the darkness but i crave the light that he brings..." diye gabriel şarkısı dönüp duruyor. Bazen öyle hissediyorum ama bu doğru. :D:D

Sanki söyleyecek bir şey bulamıyormuşum gibi hissediyorum peki neden yazmadığımda daha kötü hissediyorum. Yardımcı olur musun? Yani biliyorum korktuğumu ama nereye kadar? Ne zamana kadar? Beynimin içindeki sinir düğümcükleri sürekli bir çarpışmada, sıcak savaş daha bitmedi. O yüzden yardımcı olmaya ne dersin? Ya da sen bilirsin....

30 Haziran 2010 Çarşamba

JOSHUAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!

... ve tanrı sol elini omzuma dokundurdu. Bazen hayat Michelangelo'nun o meşhur tablosunda olduğu gibidir. Joshua, beynimden bu yana bana doğru parmağını uzattın gibi hissediyorum. Ya kendimi Miss Universe'te 1. olmuş salak kızın göz yaşlarında boğulması gibi, o tuzlu suda boğulmuş görmek istiyorum. Ya da Newton yer çekimini bulmasaydı ne güzel hepimiz uçabiliyor olacaktık diyen insan evladının şaşkınlığında olabilmek istiyorum. Ya da en kötü ihtimalle, solucan memeli bir hayvan mıdır? diye bağıra çağıra, paldır küldür konuşmak istiyorum. Çok heyecanlandım evet ama bir türlü istediğim gibi "gerizekalı" olamıyorum. Joshua ben bugün, tam şu anda sana kendi bilgisayarımdan yazıyorum. Bu tüm politik,apolitik, sosyopolitik, kozmopolitik her kavramı bünyesinden def eden bir ilahi var oluşum gibi. Sanki yoktan varolmuş gibi. Bilim insanı olma edasıyla savrulan bedenimi balçıkla sıvıyan bir ilahilikte. Hani bazen tüm ümitler elinden tek tek alınır ve artık saçmalayamayacak olmanın verdiği o burukluk suratında muşmula yemiş bir ifade bırakır ya, bu da öyle Joshua. O yüzden ilahi, o yüzden kavramlar dışı, o yüzden beynim algılayamıyor ve ben o yüzden saçmalıyorum. Artık saklandığın küçük köşenden çıkabilirsin ve ben doyasıya paranoyakalaşabilirim. Ama inan ki gökyüzü bu gece yeşile boyanacak. Ben sonsuzlukta çıldırasıya bağırarak koşacağım. Bu gece kalp atış ritmim ilk defa yavaşlayacak. O oturduğu görkemli tahtından kalkacak ve beni kıskanmaktan daha mantıklı bir harekette bulunacak, adım atacak... Çünkü o, bu gece sol eliyle dokundu omzuma. Ben bu gece o yüzden gerizekalı olamıyorum Joshua. :):):)

Ve ben tüm bunların yanında çok uzun zamandır olmadığım kadar kendimi "ben" gibi hissediyorum. Kendimde olmadığım bi' 3-4 yıldan sonra kahkalarımdaki o "eski" tonunu hissedebiliyorum. Beynimden geçen cümlelerin o eski muzurlukta olduğunu hatırlayabiliyorum. Ben yine bana her selam verene saçma sapan şarkı sözleri söyleyebiliyorum. Geçmişte, benimle özdeşleşmiş her şeyi selamlıyorum. Özlemişim. Yeniden ben, hoşgeldin...

20 Mayıs 2010 Perşembe

Bööö!!!

Ve muhteşem bir baş ağrısıyla güne merhaba demek. Zaten hava kasvetli ve yağmurlu. Sonra bir kapı, pencere açıldı mı soğuktan tir tir titriyorum. Şimdi evimizin tek erkek yaşam formu olan babayı kahvaltıya bekliyoruz ki kahvaltı sofrasını ben hazırladım. Gözümden de uyku akıyor...

Filiz gelecek bugün, Joshua sen Filiz'le tanışmış mıydın? Aslında ben sizi bir tanıştırayımda gör sen. Filiz senin ağzından girer burnundan çıkar. Bana ettiklerini ancak o ödetir sana... :P:D

Neyse baba geldi. Ben çayları doldurmaya mutfağa doğru yavaş yavaş gidebilmek adına oturduğum yerden kalkma eyleminde bulunmaya çalışıyorum.

Vayy baba koymuş çayları ben direkt sofraya yöneliyorum. Babaaa öperim seni :)

Şişttt Joshuaaa eşek sıpası, hadi görüşürüz sonra ;)

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Şiir yazmaya çalışmak, harakiri yapmak gibi.

Ve yazdığım postmodern şiirimle bugünki blog faslını kapatmayı planlıyorum. Aaa bir saniye bununda tarihi yok kafamıza taş yağacak. O zaman bu şiirle alakalı hatırladıklarımı yazayım. Bir kimya dersinde yazmıştım bunu demek ki günlerden çarşambaydı. Fen-Edebiyat A'daydık demek ki bahar dönemiydi. Bana hayran grubu açıldıktan bir süre sonra yazmıştım demek ki takvimde görünen ay marttı.Tamamladıktan sonra şiiri Kıvanç'a okumuştum demeki lab.dan sonraki ilk kimya dersiydi ve saat 19:30'u geçmemişti.(Kıvanç çarşamba günleri asla geç servise kalmazdı) Neyse tam gün ve saat bulunamadı ama yeterli ayrıntılardır bunlarda herhalde. :D:D

Aşk özelleştirilmiş limited şirket gibiydi.
Ben Tuzla sahilinde bankta çekirdek çıtlatırken,
Devlet bünyesinden çekilip alınan.

Bir Salvador Dali vardı ufukta,
Bir de kübik resmin üstadı Picasso
Dali gülümsedi bıyıklarıyla...

Süt şişesi duruyordu paspasta.
Hani gazete fırlatırlarda
Yuvarlanır diye basamaklardan.

Görüyordum bakan gözlerimle
Kovalıyordu kara kedi beyaz kediyi,
Aylardan marttı aşk mevsimiydi onlar için.

Sordu küçük çocuk ablasına
"Aşk nedir?"
Abla cevapladı "senin şekerleme istemendir."

Hani bir de sonbahar vardı
Yağmurlar yağar hep ağlardı.
Kim demiş ki, sonbaharda yaşanmaz aşk diye.

Ben aşkı gördüm işte,
Limitetten anonime dönen şirkette
Dali'nin gülüşündeki Gala'da
Şişenin saniyedeki dönme hızında
Mart ayını bekleyen kedilerde
O küçük çocuğun sorusunda
Ve dedim ki Aşk budur!

***

Tam olarak bugün altta yazan şu saatteyim. Daha önce yazdıklarımdan kesitler paylaşmak istedim bilirsin ben bilgisayardan çok kağıtlara yazmayı severim. O sebeple el yazısı muhabbeti dönmesini anlayışla karşılasın herhalde. Tüm vücuduma nüfüs etmiş olan boşvermişlik duygusuyla salım salım sallanan bendenim, mart ayı genelinde ve nisan ayının başına kadar olan süreçte çeşitli buhramlarla karşı karşıya kaldı. Yazık. Sartre etkileri büyük tabi amma velakin geçici bir süreydi artık bünye tanıdı ve alıştı normale döndüm çok şükür. Hele bir yazım varki maşallah oturmuş hiç üşünmeden beş dakika içinde 4 sayfa yazı yazmışım. Artık nasıl bir psikolojiyse. Yazım okunacak gibi değil hafler birbirine girmiş berbat bir durumda tabi aklımdan kelime kelime ne geçiyorsa yazmışım. Adeta içinde küfür barındırmadan ana avrat düz gitme gibi bir şey çıkmış ortaya ki bir kaç cümle dahi paylaşamadım. Yazı içerik bakımından genel izleyici ama anlam bakımından +18 epey bi' korku öğeside içeriyor maşallah. Neyse o günlerin geride kalması hoş bir durum tabi.

***

Şimdi kendime bir defter almalıyım. Bir dönem boyunca okula götürüp getirdiğim kareli saçma sapan bir defter dışında (a4 kağıtlar haricinde) bir yere yazı yazmışlığım yok ne acı ki. Kendi içimde yeni bir oluşum başlatarak bir defter tutmayı ve bunu çok sevgili arkadaşlarımla paylaşmayı düşünüyorum. Bu "sen yaz biz okuyalım" diyen gençliğe itafen :D:D

***

Aslında çok isterdin değil mi? Komik.

***

Genel biyoloji özeti çıkartmalıyım ama benim canım film seyretmek istiyor ee ne olacak şimdi? He bir de şey var. -Bana bak seni gerizekalı çocuk, benden öğrendiklerini başkasına satma senin ağzını burnunu kırarım.- Bu içimden anlık gelmiş bir öfke. Bazen yapamayacağım şeyleri yapacakmış gibi düşünüyor olmam beni güldürüyor.

***

İnsanların bu insanlardan olan şikayetini anlamıyorum. Yok işte sürekli bir anlaşılmazlık halindeler belki sen kendini anlatamıyorsun olamaz mı? Sonra bir güvensizlik aman bir kendini naif görmeler, insanlardan çok çekmeler e belki sende karşındaki için tekin değilsin. Ne ula bu tripler? Sanki herkes çok iyi bir bokmuş gibi. Zaten en çok bunlardan şikayet edenden korkacaksın. Yok işte yeni bir insan tanımak zormuşta. Sanki kendini tanımak kolay da karşındakini tanımak zor. Canım, ciğerim(bu iğrenç oldu evet) hayatın boyunca zaten hiç bir insanı tam olarak tanımayacaksın ki ne bok yemeye korkuyorsun ben onu anlamıyorum. Ne demiş sevgili Cem Karaca "bindik bi' alamete gidiyoz kıyamete" Hem benim bir tezim var açıklayayım. Bence bir insanın ne mal olduğunu en iyi anlatan şey eskiden şimdiye dek olan arkadaşlarıdır. Onlarla olan ilişkisidir. Şöyle düşünüyorum ki çok uzun süreli arkadaşlıkları olan insanlara sırtını yaslayabilirsin. Çünkü kimse değmeyecek bir insana onca yılını vermez.

***

Yazdığımı sildim. Bak ben bunu da yaptım. Olabiliyormuş demek ki. Hiç bir şey istemiyorum şu anda. İki hafta önce kafamadan geçenleri bile istemiyorum. Hepsini silmek istiyorum. Kendi kendime kalmak isityorum nescafe üçü bir aradama bir sürü şeker doldurup benim o yemek istiyorum şuursuzca. Aaa canım fındıklı magnum istedi. Ne de güzel oluyor değil mi magnum'un çikolatası? Sonra saz arkadaşlarımla(nescafe üü bir arada ve benim o) girişteki peteğin üzerine tünemek istiyorum böyle ayaklarım sandalyeye dayalı. Oturma odasında krişin yanındaki koltuktan sonra ikinci tünek yerim olur kendileri, girişteki kalorifer peteği.

***

Dışarıda henüz tanışmadığım bir karganın sevgili sesi kulaklarımda. Mutluyum.

***

defter aralarından...

Susarak sessizliği bozmak!!
Bazıları sanar ki sessizlik: sesin olmadığı bir ortam
oysa sessizlik: uyumlu seslerin yarattığı huzurdur.
Ben susarak sessizliği bozuyoum
kulak tırmalıyorum, suskunluğuma alışmayan kulaklarda...
Düşüncelerimin tiz sesini duymak için susuyorum.

Not:Tarihsiz yazılarımda çıkabiliyormuş defter aralarından. Tuhaf. Benim kadar tarih, saat hatta saniye takıntısı olan biri için. Kendime şaşırdım. Tuhaf.

Not1:Defterimde ki son yazı Gülser'e yazdığım mektup. Bu bir günah çıkarma mı? Bana ne kadar kızsa haklı aslında. Ona gönderilmemiş birçok mektubum var. Neyse ben ona affettiririm kendimi.

Naber Joshua?

Bunun tek bir sorumlusu var SARTRE!!

Genel biyoloji çalışmak adına başladığım ve şuanda yerimden kalkmak istemiyor olmamdan kaynaklı olarak bu kağıdı kullanıyorum. Kurşun kalemle yazdım, sildim de izi geçmedi. Demek ki neymiş, kalıcı olmayanlarında izleri kalıyormuş. Yoruldum gerçi böyle cümlelerden. Nefretimse sabit. "Neden bu kadar nefret ediyorum?" Kendime her gün, her yeni güne uyandığımda sorduğum soru bu. Mesela neden bitmek üzere olan bu kırmızı pilot kalemle yazmak adına debeleniyorum. Neden bu kadar kırgınım? Güçlü müyüm? Yoksa hala... Bazen kendim olmaya çalışmak için kendimden uzaklaşıyormuşum gibi geliyor. Bu nasıl bir çelişki? Kıyaslamalardan nefret etsemde çok fazla kıyaslar oldum. Her şey bulanık görünüyor mesela şuanda. Saçlarım yarınki matematik sınavım için çektirdiğim fotokopilerin üzerinde bana ait değilmiş gibi duruyor. Kulağımda hiç dinlmediğim bir şarkı dolanıyor. Evet hiç dinlemedim çünkü şu anda da dinlemiyorum. Ama dinlemediğimi düşündüğüm andan itibaren dinlemeye başladım. Neyse ki bitti. Gerginliğimi, gevşekliğimi, sıkıntımı, rahatlığımı bir haltı anlamaz oldum. Bir ay önce elimde oluşan tırnak izini seyrediyorum. Hala orada tüm silikliğine rağmen görünüyor. Elimin üzerindeki damarlar ne kadar da belirgin. Saat öğleden sonra 2'den beri üzerimde olan bluejeanmin üzerindeki kemer belimi sıkmaya başladı. Bazen belimdeki çıkıntılı kemiklerden nefret ediyorum. Nedense bu aralar Şebnem Ferah dinlemeye tahammülüm yok oysa ki 17 yaşımdayken konserine gittiğimde avazım çıktığı kadar bağıra çağıra söylüyordum. Ama bu aralar dayanamıyorum işte! Belki de yeni albümü güzel değil. Muhtemel... Belim ağrıyor, anla! Hayatıma kısa dönem önce girmiş ve benimle birçok çeşitli anı paylaşmış objeler yerli yersiz dizilmişler şu anda çalıştığım masanın üzerine. Radyo Moda'nın jingle ı berbat. Hemen yeni bir ara bul!!!

İyi ki doğdun bebeğim!!!

02:04:2010
01:41

Galiba nefretim kendime. İçimde yok edemediğim beni duvardan duvara savuran egoma.

Nefret kelimesinin bir eş anlamlısı var mıydı? Ben bu kelimeyi kullanmak istemiyorum. Bazen insanların nasıl ve neden cinayet işliyor "olmalarını" anlıyorum. İnsan öldürmenin, beynimdeki tüm düşünceleri yok edeceğini bilseydim denerdim. Ama kendimi cinayet işlemiş saymazdım. İyi insanlar cinayete kurban gider bazılarıysa sadece geberir. Zihnimden kurtulmayı deneyeyim öyleyse. Yapma intihar mı? Yogaya başlarım daha iyi. Tüm yazılarım ardımda kalan cesetlerim gibi. Sanki benden kopmuş kelimeler ve kağıda yapışmışlar gibi, kağıdın üzerinde can vermişler. Bazılarının son nefesini duyabiliyorum. Şimdi ise sessizlik...

...

31.03.2010
00:33

Sona geldiğimizde uyandır. Bütün bir yol uyanık geçmeyecek anlaşılan!!!

...

Düşüncelerim sonsuz "dipli" bir uçurum gibi. Bugün ellerimi beğendim ince, uzun ve narindi. Kendi içimde kaybolmaktan nefret ediyorum. Hava soğuk olmasına rağmen ellerim kırmızı değildi. Neden çok konuşuyorum sanıyorsun ki? Oysa parmaklarımın etrafı yara bere içinde. Düşüncelerimle başbaşa kalmamak için, onlara hükmedebilmek için. Yeniden oje sürmeliyim belki de. Konuşmalıyım, konuşmalıyım, konuşmalıyım, kaçmalıyım...

Sona geldiğimizde uyandır. Bütün bir yol uyanık geçmeyecek anlaşılan!

30.03.2010
00:41

5 Nisan 2010 Pazartesi

Düşüncelerimin içerisinde yükselen sese dur de!

Amaçsızlığı amaç edinmek gibi bir şey aslında. Hayat bazen komik gelir bazende susmak eyleminin başlangıç noktası... Bazen doğru yanlış birbirine karışır. Neden? Görecelidir aslında da ondan. İnsanlar ne zaman nefret duygusunu bünyeye dahil eder? Belki cümleler arasında çok geçer ama hiç bir zaman ciddi olmayandır, duyguyu biraz olsun yansıtabilme adına kullanılandır "nefret" kelimesi öyle değil mi? Peki bir insan gerçekten ne zaman hisseder bu duyguyu? Neden hisseder? Neyden nefret eder? İnsan kendi içinde ki bir başka "ben"den nefret edebilir mi? Bazı şeyleri yapması için zorlayan o güdüden nefret eder mi? Nefret duygusu ne zaman son bulur? Bir insan neden çok fazla soru sormaya başlar? Düşüncelerimin içinde yükselen o ses ne? Duyamıyorum. Uğultu gibi... Yardım et!

4 Nisan 2010 Pazar

4 Nisan Bildirgesi

Aylar sonra gelebildim ancak tanrı biliyor ya ne zor şu sayfa hatası veren bilgisayarlarla uğraşmak. Neyse efendim ben geçtim dayımın bilgisayarına şimdi oradan yazıyorum. Uzun uzadıysa psikolojik tahlil yapmak niyetimde yok. Yeni bir uygulama içersine giriyorum. Hayır o en başından beri yapmak istediğim şey değil. Bu çok daha farklı, kelimeler üzerine. Gerçi halen başlığı kafamda kurgulayabilmiş değilim. Umarım şu gelecek olan 2-3 dakika içersinde aklıma bir şeyler gelir. Joshua selamun aleyküm bebeğim ;)

9 Ocak 2010 Cumartesi

Alış Veriş Çılgınlığı

Zuinl duzş? mulcdğ zuinl hlrıeu a mulcdğ hlrı erırp erırmğz uzludusndhırs çğz çr erırsr ;İ











f g ğ ı o d r n h p q w










u i e a ü t k m l y ş x













j ö v c ç z s b

öyle geldi içimden...

Hani giderken bana demiştin ya sen yolcu yolunda gerek...

Bu şarkıyı severim Joshua pek bir güzeldir.

Hıhı evet Beyaz Show açık Tv'de. Ben kukumav kuşu gibi düşünürken, Aaa! dedim birden şarkıya kulak verince. Neyse öyle işte :)

Hadi şimdi yatalım yarın erken kalkalım :):):)

8 Ocak 2010 Cuma

Bazen isteyince oluyor be!

Joshua şaşkınlık içersinde gördüm seni. Beklemiyordun değil mi beni? Ben böyle sürprizleri severim. Neyse fazla vakit geçiremeyeceğim şimdi seninle. Hasta ablam, tuhaf durumların kadını annem ve bu ailenin en normal üyesi olan ben (babam google earth'nün başında oldukça mutlu hem o bu tarz filmleri sevmiyormuş) Mr. Bean's Holiday filmini seyredeceğiz. En son orta okula gidiyordum galiba Mr. Bean filmi seyrettiğimde. Neyse sevgili annem komedi filmi seyredelim dedi bizde hadi o zaman dedik. :D:D:D Bakalım bu defa ki macerası nasıl olacak?

Fransa'ya gitmiş Mr. Bean ah! ah! Birde eurostar'la yolculuk yapıyor. Anılarım canlanıyor kahroluyorum. Joshuacığım şimdi biz Ayşe ile Pisa'ya Pisa kulesini görmeye oradan da denize girmek için Viareggio'ya geçmiştik tabi biz regionalelerle yolculuk yapıyoruz. Eurostar lüks kalıyor sonuçta 9 euro vermek var 21 euro vermek var. Neyse biz Viareggio'dan dönüşte direkt Floransa'ya tren olmadığından önce Pisa ondan sonra Floransa'ya gidecektik. Biz trene alelacele yetişip Pisa'ya geçtik trenlerin geliş saatleride çok kısa aralıklarla tabi birde en küçük tren istasyonu bile 8 peron olunca bizim trenler arası depar atmamız gerekli. Koştur koştur doğru perona gelince baktık ki floransa için eurostar gelmiş. Bizim elimizde 2. sınıf regionale biletler var. Saatte geç oldu. Ayşe bu biletlerde eurostarda geçiyor dedi. Biz koştur koştur bindik eurostar'a içi bildiğin buzhane isterse saray olsun. Neyse biz gülüşüyoruz mutluyuz falan filan derken kondüktör geldi biletler dedi. Biz ezik biletlerimizi gösterince tabi 18 euro ceza da bize girdi :S Hayır tekrar para ödemek durumunda kaldığımamı yanayım klima sebebi ile bir tarafımın donduğuna mı yanayım? Zaten İtalya'da ki trenler sağolsun buz gibi. Birde yolculuğa çıkarken öyle gerzek bir durumla karşılaşıyordum. (bu arada filme zorunlu mola vermek sebebinde kaldım ablamın iğne için hastahaneye gitmesi gerekiyorda ondna düştü yine çenem pardon elim :( ) Dışarısı 40-41 derece ve kuru sıcak conversimin tabanı eriyordu düşün hatta ojelerim çorabıma yapışıyordu o denli iğrenç bir sıcak neyse trenlerde olabildiğine soğuk. İnsanız sonuçta fizyolojimiz bunu nasıl kaldırsın. Valla uyusan ölürsün o kadar soğuk bir tren düşün. Hani anlamıyorum o derece soğuk olması bir tek beni mi rahatsız ediyordu? Millet donmuyor muydu?İnsanlar trene bindiğinde karşılaştığı ani hava değişimini nasıl bu kadar normal karşılıyordu? Falan filan... Regionaleler bu kadar soğukken eurostarın o kadar soğuk olmasına getirdiğim yorum şuydu: Paranla sersefil oluyorsun, bu kadar! :D:D:D Ya bu, siz bu kadar para verdiniz daha az üşüyün siz daha çok para verdiniz alın ulan size sıvı nitrojenle -196 santigrat mı? Ne bu yav! İtalyan Devlet Demir Yolları(!) :D:D:D sana sesleniyorum şu klimayı insanların barına bileceği bir soğukluk derecesinde aç! Trene cıbıl cıbıl binebilecek cesarette insanlar gördüm ben boşver onların ekstrem tercihlerini bizim gibi soğuktan havlusuna, polarına sarılmış insanlara bak! Bizde Avrupayız bir yerde ya ama sen ille de Ruslar diyorsan bilemem tabi :(:(:( Her şeye rağmen güzel anılardı be! Özledim! :(:(:( Sırtımda çantam elimde çıkınım kulağımda "attenzione!" sesini özledim. Bak joshua nereden nereye geldik gördün mü?

Konu atlayayım bari. Bugün Nilaycan çok hasta olduğu için onun yerine bugün tiyatroda 5. ceset rolünü ben oynadım. :):):) Çok heyecan vericiydi. Aslında sahneye her çıkışımda heyecanlanıyor olmamı seviyorum küçücük roller olsada adrenalimi yükseltiyor :D. Şimdi kendimle kısa bir söyleşi. "Evet Nihan hanım bu tiyatro oyununda ölü bir kişiyi canlandırmışsınız(bu kelime adamı çelişkiden ironiye her bi şeye sürükler adamı). Rolünüze nasıl hazırlandınız acaba? Özümsemek için neler yaptınız?" soruyu soran bene cevap veren ben: Eee şimdi şöyle oldu, kem.. küm.. Aslında benimsemek derken? Bir ara morg ziyaretim olmadı değil tabi.

Oyun esnasında Ayşegül ve Duygu'nun aralarında geçen muhabbet.

Ayşegül: Duygu fark ettin mi ışıklar kapanır kapanmaz ilk kalkan hep Nihan?
Duygu: Evet Nihan hemen kalkıyor.
Ayşegül: Aslında ben oyun esnasında nasıl put gibi durduğuna şaşırıyorum.

Ayşegül'ün bana söylediği tek şeyde bu oldu. Nihan gülmeden, hareket etmeden nasıl durdun tebirk ediyorum seni arkadaşım.

İşte Joshua biz buna tiyatro aşkı, sahnede devleşme diyoruz! :P:D:D (bak bu megolamanlığın en önde bayrak koşanın söyleceği şeydir)

Ayrıca unutmadan, aklıma gelmişken söyleyeyim. Dün sayıp sövdüğüm bilgisayar dersinden geçiyorum Joshuacığım hadi hayırlı uğurlu olsun. :D:D:D

Şimdilik bu kadar lak lak yeter. Öperim yanaklarından gözlerinden :D

Son olarak iyi ki bu defa uzatmayacağım demişim maşallah yin epey yazmışım. Neyse görüşmek üzere... :):)

7 Ocak 2010 Perşembe

Hım... 2010...

Sinirlenmiş ben ve yeni yılın ilk blogunda sohbet edilen Joshua. O yüzden evet hım... :) Bilgisayar dersi senden nefret ediyorum yarın bilgisayar sınavı olması durumundan iğreniyorum. Açılın lütfen bi' kusup gelmem lazım. Ben aslında kimya sınavı var sanıyordum bu bana yapılan bir haksızlık mı yoksa üniversitenin sayfasından sınav günlerini adam gibi öğrenmemiş olmamdan mı kaynaklı? Yok tüm fikrimi değiştirdim ben kendi beynimin mağduru oldum.

Sınavların çoğu bitti azı kaldı gel gör ki bende derin izi kaldı. Şöyle bir bana süpriz olması amaçlı şu sınavları gereken puanla geçsem de bütünlemeymiş falanmış filanmış uğraşmasam ne güzel olurdu... Ama işte ancak olur_du! :S Bu arada " Demir iyi çocuk" anneanneme sevgilerimle... :):):):) Bu sözdür bizde demir ve benzeri isimlere sempati kazandıran :P:D Mesela benim çocuğum olsa ileride oğlan olursa tabi adını demir, demirhan ya da demircan (yok be bu iğrenç oldu :S) koyacağım yani o derece :P Neyse aklıma gelmişken diziler konusu beynimdeyken belirtmek isterim, madem sürekli Türk Klasikleri dizi"film" haline geliyor bence artık dünya klasiklerine geçme vaktide geldi bence ilk olarak Suç ve Ceza'dan başlamalılar tabi Dostoyevski'nin kemikleri mi sızlar adamcağız mezarında ters mi döner bilmiyorum ama bizimkilerin çoktan ters döndüğü kesin. Neyse bu kadar sosyal mesaj yeterli ve aslında gereksizdi ya boşver be Joshua.

2010'dayız değil mi şimdi biz? Çok komik geliyor bazen bu durum bana, gereksiz yere. Ben bu yıla bomba gibi başladığıma inanıyorum Joshua. Bundan önce ki yıllarda hep yeni gelen yılın benim için şansız ve de berbat geçeceği düşüncesi doğardı. İlk kez bu denli kendimi yenilenmiş hissediyorum. Oysa çift sayılardan hiç haz etmem bilirsin. Ben bu yıl egomu pohpohlayıp tekrar eski ben olacağım evet, evet hassas kalbim değil hassas egom benim biriciğim :D:D:D Kıskanma Joshua sen bilirsin yerini :)

Sanki joshua'yla konuşurken kendi kendime konuşmuyormuş gibi yapıp şöyle diyorum: Şimdi kendime sesleniyorum Joshua sen üzerine alınma ;) Bu yıl İstanbul'un olduğu kadar seninde yılın be güzelim iyi değerlendir bu parlak seneyi, kim bilir belki 2011 daha bi' iyi gelir!! :D:D:D

Şimdi düşünüyorumda aslında ben kendimi seviyorum, hem de çok seviyorum he :) Bu megolamanlık değil gerçekten. Çünkü kendimi tanıyorum ne olduğumu ne olmadığımı biliyorum. Bana ait olanı olduğu gibi dışarı yansıttığımı biliyorum.Yalan söylediğimde yüzümün kızardığını biliyorum. Utandığımda yüzümün kızardığını biliyorum. Güldüğümde gerçekten güldüğümü, ağladığımda gerçekten ağladığımı biliyorum ve bunları gün içerisinde de inişli çıkışlı yaşıyorum. Ben olduğum gibi yaşıyorum, hissettiğim gibi... Belki de o yüzden bu denli dengesiz olarak nitelendiriliyorum. O yüzden bana da kendini normal sıfatında değerlendirenler tuhaf geliyor. Eğer biz insansak (ki öylemiyiz genel olarak bilemiyorum. ki bu konuya da bu aralar fazla takığım neden bilinmez) bizim duygularımız var demektir, duygular değişkendir yani otomatik olarak bizde değişkeniz. Bu da benim değişkenliğimi açıklıyor sanırım. Kendimi tanıyorum demiştim o sebeple gerçekçide olmalıyım. Ben öyle sevgi pıtırcığı aman allahım bir insan falan değilim bu konuda anlaşalım. Oldukça uyuz, sinirli bir yapıya sahibim. En azından özümde bunun da olduğunu biliyorum. Bunu açıkça yaşıyabiliyor olmayı da seviyorum. Kimseye kendimi anlatmak zorunda olmadığımı biliyorum. (sen hariç Joshua :) ) Davranışlarımın tercümesini yapmak zorunda olmadığımı biliyorum, çünkü aslında insanlar biraz kulak verse her şeyin nedenini öğrenebileceğine inanıyorum ama insanlar bencilliğini kabul dahi etmiyorlar. Hala kendi yanlarından değerlendiriyorlar her şeyi. Kendi çıkarları doğrultusunda dinliyorlar seni beni. Ben mi? Ben bencilliğimin farkındayım hatta bazen bile bile bencilim. İtiraf edeyim bunun içinde seviyorum kendimi. Kendimde fark ettiğim bir şey daha, mutsuz olmak için hiç bir nedenim yokken mutluluğumu tuhaf bulan ve hangi sebeple bilmiyorum kendine mutsuzluklar uyduran bir deliyim. Neden? İnan bende bilmiyorum. Geçmişte yaşadığım saçma sapan bohemlere inat kendi kasvetinin içinde boğulan insanlara inat ben mutluyum ulan! Bir programda seyretmiştim bir bayan anlatıyordu psikiyatrist miydi neydi bilmiyorum ama diyordu ki: Bazı insanlar mutluluk geniyle doğar bazılarında bu gen olmaz. Bu gen olayı falan filan ne denli doğru bilmiyorum ama eğer varsa bende olduğu kesin. Biliyorum ki ne olursa olsun ben yine gülerim.

Neyse kendimle alakalı mükemmel özelliklerimi anlatmayacağım korkama Joshua :P:D:D Onları başkalarına bırakıyorum. ;) Bak şimdi megolamanlığa başlamış oldum. Ee bazen oda gerekli tabi suyunu çıkartmadan. Şuan saat 01:01 miş ve tarih 8 Ocak olmuş ben 7'i oldu sanıyordum. Bu yazıda yeni yılın ilk blogu oldu :) Umarım son olarak kalmaz malum şikayetçi olduğum bilgisayarım falan filan :D Bu kadar günah çıkartmada yeter sanırım. Ya gidip yatayım ya da yarın ki aptal sınav için kafama bir iki bilgi daha katayım. Teşekkürler bana az biraz ortak olduğun için.

Görüşmek dileğiyle, şimdilik hoşçakal bakalım.