20 Mayıs 2010 Perşembe

Bööö!!!

Ve muhteşem bir baş ağrısıyla güne merhaba demek. Zaten hava kasvetli ve yağmurlu. Sonra bir kapı, pencere açıldı mı soğuktan tir tir titriyorum. Şimdi evimizin tek erkek yaşam formu olan babayı kahvaltıya bekliyoruz ki kahvaltı sofrasını ben hazırladım. Gözümden de uyku akıyor...

Filiz gelecek bugün, Joshua sen Filiz'le tanışmış mıydın? Aslında ben sizi bir tanıştırayımda gör sen. Filiz senin ağzından girer burnundan çıkar. Bana ettiklerini ancak o ödetir sana... :P:D

Neyse baba geldi. Ben çayları doldurmaya mutfağa doğru yavaş yavaş gidebilmek adına oturduğum yerden kalkma eyleminde bulunmaya çalışıyorum.

Vayy baba koymuş çayları ben direkt sofraya yöneliyorum. Babaaa öperim seni :)

Şişttt Joshuaaa eşek sıpası, hadi görüşürüz sonra ;)

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Şiir yazmaya çalışmak, harakiri yapmak gibi.

Ve yazdığım postmodern şiirimle bugünki blog faslını kapatmayı planlıyorum. Aaa bir saniye bununda tarihi yok kafamıza taş yağacak. O zaman bu şiirle alakalı hatırladıklarımı yazayım. Bir kimya dersinde yazmıştım bunu demek ki günlerden çarşambaydı. Fen-Edebiyat A'daydık demek ki bahar dönemiydi. Bana hayran grubu açıldıktan bir süre sonra yazmıştım demek ki takvimde görünen ay marttı.Tamamladıktan sonra şiiri Kıvanç'a okumuştum demeki lab.dan sonraki ilk kimya dersiydi ve saat 19:30'u geçmemişti.(Kıvanç çarşamba günleri asla geç servise kalmazdı) Neyse tam gün ve saat bulunamadı ama yeterli ayrıntılardır bunlarda herhalde. :D:D

Aşk özelleştirilmiş limited şirket gibiydi.
Ben Tuzla sahilinde bankta çekirdek çıtlatırken,
Devlet bünyesinden çekilip alınan.

Bir Salvador Dali vardı ufukta,
Bir de kübik resmin üstadı Picasso
Dali gülümsedi bıyıklarıyla...

Süt şişesi duruyordu paspasta.
Hani gazete fırlatırlarda
Yuvarlanır diye basamaklardan.

Görüyordum bakan gözlerimle
Kovalıyordu kara kedi beyaz kediyi,
Aylardan marttı aşk mevsimiydi onlar için.

Sordu küçük çocuk ablasına
"Aşk nedir?"
Abla cevapladı "senin şekerleme istemendir."

Hani bir de sonbahar vardı
Yağmurlar yağar hep ağlardı.
Kim demiş ki, sonbaharda yaşanmaz aşk diye.

Ben aşkı gördüm işte,
Limitetten anonime dönen şirkette
Dali'nin gülüşündeki Gala'da
Şişenin saniyedeki dönme hızında
Mart ayını bekleyen kedilerde
O küçük çocuğun sorusunda
Ve dedim ki Aşk budur!

***

Tam olarak bugün altta yazan şu saatteyim. Daha önce yazdıklarımdan kesitler paylaşmak istedim bilirsin ben bilgisayardan çok kağıtlara yazmayı severim. O sebeple el yazısı muhabbeti dönmesini anlayışla karşılasın herhalde. Tüm vücuduma nüfüs etmiş olan boşvermişlik duygusuyla salım salım sallanan bendenim, mart ayı genelinde ve nisan ayının başına kadar olan süreçte çeşitli buhramlarla karşı karşıya kaldı. Yazık. Sartre etkileri büyük tabi amma velakin geçici bir süreydi artık bünye tanıdı ve alıştı normale döndüm çok şükür. Hele bir yazım varki maşallah oturmuş hiç üşünmeden beş dakika içinde 4 sayfa yazı yazmışım. Artık nasıl bir psikolojiyse. Yazım okunacak gibi değil hafler birbirine girmiş berbat bir durumda tabi aklımdan kelime kelime ne geçiyorsa yazmışım. Adeta içinde küfür barındırmadan ana avrat düz gitme gibi bir şey çıkmış ortaya ki bir kaç cümle dahi paylaşamadım. Yazı içerik bakımından genel izleyici ama anlam bakımından +18 epey bi' korku öğeside içeriyor maşallah. Neyse o günlerin geride kalması hoş bir durum tabi.

***

Şimdi kendime bir defter almalıyım. Bir dönem boyunca okula götürüp getirdiğim kareli saçma sapan bir defter dışında (a4 kağıtlar haricinde) bir yere yazı yazmışlığım yok ne acı ki. Kendi içimde yeni bir oluşum başlatarak bir defter tutmayı ve bunu çok sevgili arkadaşlarımla paylaşmayı düşünüyorum. Bu "sen yaz biz okuyalım" diyen gençliğe itafen :D:D

***

Aslında çok isterdin değil mi? Komik.

***

Genel biyoloji özeti çıkartmalıyım ama benim canım film seyretmek istiyor ee ne olacak şimdi? He bir de şey var. -Bana bak seni gerizekalı çocuk, benden öğrendiklerini başkasına satma senin ağzını burnunu kırarım.- Bu içimden anlık gelmiş bir öfke. Bazen yapamayacağım şeyleri yapacakmış gibi düşünüyor olmam beni güldürüyor.

***

İnsanların bu insanlardan olan şikayetini anlamıyorum. Yok işte sürekli bir anlaşılmazlık halindeler belki sen kendini anlatamıyorsun olamaz mı? Sonra bir güvensizlik aman bir kendini naif görmeler, insanlardan çok çekmeler e belki sende karşındaki için tekin değilsin. Ne ula bu tripler? Sanki herkes çok iyi bir bokmuş gibi. Zaten en çok bunlardan şikayet edenden korkacaksın. Yok işte yeni bir insan tanımak zormuşta. Sanki kendini tanımak kolay da karşındakini tanımak zor. Canım, ciğerim(bu iğrenç oldu evet) hayatın boyunca zaten hiç bir insanı tam olarak tanımayacaksın ki ne bok yemeye korkuyorsun ben onu anlamıyorum. Ne demiş sevgili Cem Karaca "bindik bi' alamete gidiyoz kıyamete" Hem benim bir tezim var açıklayayım. Bence bir insanın ne mal olduğunu en iyi anlatan şey eskiden şimdiye dek olan arkadaşlarıdır. Onlarla olan ilişkisidir. Şöyle düşünüyorum ki çok uzun süreli arkadaşlıkları olan insanlara sırtını yaslayabilirsin. Çünkü kimse değmeyecek bir insana onca yılını vermez.

***

Yazdığımı sildim. Bak ben bunu da yaptım. Olabiliyormuş demek ki. Hiç bir şey istemiyorum şu anda. İki hafta önce kafamadan geçenleri bile istemiyorum. Hepsini silmek istiyorum. Kendi kendime kalmak isityorum nescafe üçü bir aradama bir sürü şeker doldurup benim o yemek istiyorum şuursuzca. Aaa canım fındıklı magnum istedi. Ne de güzel oluyor değil mi magnum'un çikolatası? Sonra saz arkadaşlarımla(nescafe üü bir arada ve benim o) girişteki peteğin üzerine tünemek istiyorum böyle ayaklarım sandalyeye dayalı. Oturma odasında krişin yanındaki koltuktan sonra ikinci tünek yerim olur kendileri, girişteki kalorifer peteği.

***

Dışarıda henüz tanışmadığım bir karganın sevgili sesi kulaklarımda. Mutluyum.

***

defter aralarından...

Susarak sessizliği bozmak!!
Bazıları sanar ki sessizlik: sesin olmadığı bir ortam
oysa sessizlik: uyumlu seslerin yarattığı huzurdur.
Ben susarak sessizliği bozuyoum
kulak tırmalıyorum, suskunluğuma alışmayan kulaklarda...
Düşüncelerimin tiz sesini duymak için susuyorum.

Not:Tarihsiz yazılarımda çıkabiliyormuş defter aralarından. Tuhaf. Benim kadar tarih, saat hatta saniye takıntısı olan biri için. Kendime şaşırdım. Tuhaf.

Not1:Defterimde ki son yazı Gülser'e yazdığım mektup. Bu bir günah çıkarma mı? Bana ne kadar kızsa haklı aslında. Ona gönderilmemiş birçok mektubum var. Neyse ben ona affettiririm kendimi.

Naber Joshua?

Bunun tek bir sorumlusu var SARTRE!!

Genel biyoloji çalışmak adına başladığım ve şuanda yerimden kalkmak istemiyor olmamdan kaynaklı olarak bu kağıdı kullanıyorum. Kurşun kalemle yazdım, sildim de izi geçmedi. Demek ki neymiş, kalıcı olmayanlarında izleri kalıyormuş. Yoruldum gerçi böyle cümlelerden. Nefretimse sabit. "Neden bu kadar nefret ediyorum?" Kendime her gün, her yeni güne uyandığımda sorduğum soru bu. Mesela neden bitmek üzere olan bu kırmızı pilot kalemle yazmak adına debeleniyorum. Neden bu kadar kırgınım? Güçlü müyüm? Yoksa hala... Bazen kendim olmaya çalışmak için kendimden uzaklaşıyormuşum gibi geliyor. Bu nasıl bir çelişki? Kıyaslamalardan nefret etsemde çok fazla kıyaslar oldum. Her şey bulanık görünüyor mesela şuanda. Saçlarım yarınki matematik sınavım için çektirdiğim fotokopilerin üzerinde bana ait değilmiş gibi duruyor. Kulağımda hiç dinlmediğim bir şarkı dolanıyor. Evet hiç dinlemedim çünkü şu anda da dinlemiyorum. Ama dinlemediğimi düşündüğüm andan itibaren dinlemeye başladım. Neyse ki bitti. Gerginliğimi, gevşekliğimi, sıkıntımı, rahatlığımı bir haltı anlamaz oldum. Bir ay önce elimde oluşan tırnak izini seyrediyorum. Hala orada tüm silikliğine rağmen görünüyor. Elimin üzerindeki damarlar ne kadar da belirgin. Saat öğleden sonra 2'den beri üzerimde olan bluejeanmin üzerindeki kemer belimi sıkmaya başladı. Bazen belimdeki çıkıntılı kemiklerden nefret ediyorum. Nedense bu aralar Şebnem Ferah dinlemeye tahammülüm yok oysa ki 17 yaşımdayken konserine gittiğimde avazım çıktığı kadar bağıra çağıra söylüyordum. Ama bu aralar dayanamıyorum işte! Belki de yeni albümü güzel değil. Muhtemel... Belim ağrıyor, anla! Hayatıma kısa dönem önce girmiş ve benimle birçok çeşitli anı paylaşmış objeler yerli yersiz dizilmişler şu anda çalıştığım masanın üzerine. Radyo Moda'nın jingle ı berbat. Hemen yeni bir ara bul!!!

İyi ki doğdun bebeğim!!!

02:04:2010
01:41

Galiba nefretim kendime. İçimde yok edemediğim beni duvardan duvara savuran egoma.

Nefret kelimesinin bir eş anlamlısı var mıydı? Ben bu kelimeyi kullanmak istemiyorum. Bazen insanların nasıl ve neden cinayet işliyor "olmalarını" anlıyorum. İnsan öldürmenin, beynimdeki tüm düşünceleri yok edeceğini bilseydim denerdim. Ama kendimi cinayet işlemiş saymazdım. İyi insanlar cinayete kurban gider bazılarıysa sadece geberir. Zihnimden kurtulmayı deneyeyim öyleyse. Yapma intihar mı? Yogaya başlarım daha iyi. Tüm yazılarım ardımda kalan cesetlerim gibi. Sanki benden kopmuş kelimeler ve kağıda yapışmışlar gibi, kağıdın üzerinde can vermişler. Bazılarının son nefesini duyabiliyorum. Şimdi ise sessizlik...

...

31.03.2010
00:33

Sona geldiğimizde uyandır. Bütün bir yol uyanık geçmeyecek anlaşılan!!!

...

Düşüncelerim sonsuz "dipli" bir uçurum gibi. Bugün ellerimi beğendim ince, uzun ve narindi. Kendi içimde kaybolmaktan nefret ediyorum. Hava soğuk olmasına rağmen ellerim kırmızı değildi. Neden çok konuşuyorum sanıyorsun ki? Oysa parmaklarımın etrafı yara bere içinde. Düşüncelerimle başbaşa kalmamak için, onlara hükmedebilmek için. Yeniden oje sürmeliyim belki de. Konuşmalıyım, konuşmalıyım, konuşmalıyım, kaçmalıyım...

Sona geldiğimizde uyandır. Bütün bir yol uyanık geçmeyecek anlaşılan!

30.03.2010
00:41