22 Temmuz 2009 Çarşamba

floransa universitesi kutuphanesinden yavru karga selamlar Joshua' yi...

Joshua... Sanki bana seslendin gibi oldu hemen gelip bi' ne var ne yok diye kontrol edeyim dedim. Hissetmistim ben zaten cok agladigini o yuzden geldim yanina bak ben hic yariyolda birakmadim seni birakmamda ;) tamam geciyorum bu muhabbeti.



Bugun Sarah'la diye devam edecek olan cumlemi mahvettim. Klavyeyi devre disi biraktim kendimi tebrik ediyorum bu sebeple ac kapa yaptim ama o da nesi gel gorki acilsin. Bence bu bilgisayarlarin topluca benimle ilgili sorunlari var. Sonra yanda ki bilgisayara gectim bu seferde o sifreyi kabul etmedi cildiracaktim anlatamam. Ben sifre ile alakali olarak cildirirken benim katlettigimi sandigim bilgisayara bir cocuk gecti. Nilay'a ne olur su cocuktan yardim istede acsin su bilgisayari diye yakiniyordum. Nilay gicigi soylemem diye tutturuyordu. Cocuk cikti almak icin kalkti yerinden. Nilay'a "geceyim mi tekrar eski yerime" dedim cocuk diger tarafta Nilay guluyor falan filan neyse ciktisini alinca gittide eski yerime tekrar oturdum ve sana ayni yerden yaziyorum Joshua :) Bu arada nerede kalmistik... Him... Sarah diyordum, onunla merkezdeki Ingilizce kursuna gidecektim ama kendimi iyi hissetmedigim icin o yalniz gitti. Sarah burada eczacilik okuyor. Iranli ve orada Italyan Dili ve Edebiyati okumus. Dun aksam kalabaliktik hep birlikte Turkiye'den getirdiklerimden yedik. Yarinda manti partisi var ve cuma gununede bir parti ayarladik. Ilk basta zorlanirim diye dusunmustum ama her sey cok eglenceli ve keyifli geciyor. Serenayla oturup muhabbet ediyoruz. Ben ona Turkce kelimeleri o da bana Italyanca kelimeleri ogretiyor tabi bunun icin de ingilizceyi kullaniyoruz. Buradakilerle konusurken cok rahatim cunku yanlis soylediklerime aldirmiyorlar. Mesela kutuphaneye gelmeden once yemekhanedeydik. Orada Antonio ile tanistim onun ingilizcesi benimkinden beter. Fransizca biliyor musun dedi o daha acikliydi. Neyse ama anlastik mi? Anlastik. Kaynastik mi? Kaynastik. O zaman no problemo ;) Ayrica uzun zamandir gulmedigim kadar da cok guldum. Hani su karnina kirap girmesi gibi. Mevzu belki basit ve sacmaydi ama o kadar cok guldum ki... Oyle iste :) Birazdan Nilayla merkeze gidecegiz daha merkezi gormedim. Sinav haftasi oldugu icin pek gezemiyoruz. Dun Nilaylarin okuluna gittik. Fizik, kimya ve biyoloji fakultelerinin oldugu bolume gittik. Bir suru laboratuar vardi. Gercekten bizim okudugumuzun kat kat uzerinde bir egitim aliyorlar. Neyse moral bozmaya gerek yok. Simdi gitmek zorundayim. Joshua kendine iyi bak!

Hoscakal...

19 Temmuz 2009 Pazar

O çiğ köfte ki gecenin bir yarısı beni yaşamdan soğutan

Eğer bir kabusun içindeysem uyandır beni Joshua... Gerçi şuan da yaşam formum gecenin 3'ünden çok daha normal. Ölmeyi istediğimi hatırlıyorum. Uyanıkken kabus görmek bu herehalde. Midemi üşüttüm Joshua ve dün yediğim çiğ köfte ölüm nedenim olabilirdi. Kusamamanın yarattığı uçurum hissi. Kusmak için 3'ten 5'e kadar beklemek ve o bekleyiş esnasında yorgunluktan tuvalette yerde uyuyakalmak çünkü yatağa yattığında uyuyamamak. Sonunda başarmak ama işte o çiğ köfte yüzünden ömrünün en berbat kusmuğunu vücudundan dışarı salmak. Tüm yemek borunun yanması burun deliklerinden adeta alev çıkması. ve işte o zaman çiğ köftenin içindekiler bölümüne beyninde bir yolculuğa çıkmak. Yetmiyormuş gibi birde mide ağrısı çekmek. Sonra ağlamak, ağlamak ve ağlamak... Ağladım cidden ya Joshua bak dalga geçme, sende ne halden anlamaz ne malzeme bulur bulmaz kullanır çıktın. Terbiyesiz Joshua gider ayak trip yapmamı mı istiyorsun yoksa? Ardımdan çok üzülürsün bak. Bu iğrenç anımıda paylaştıktan sonra geçelim valiz hazırlıklarına. Şuanda annem ve teyzemler börek sarıyolar biraz önceden zeytin yağlı sarma olayını tamamladılar. Anlayacağın Joshua yarın akşam İtalya'da ziyafet var Floransa'da :):):). Neyse Türklerden alışkın oldukları için sorun çıkartmıyorlar. havaalanında Ama komik bu durum. Anne yüreği işte Nilay'ın canı çekti diye bir ton şey gönderiyor benimle :):) Çok yorgun hissediyorum kendimi uykumu alamadım bir türlü. Birazdan Ecem gelir. Bak yine mideme ağrı girdi. Bak yine kızdım sinir bilgisayar. Sana bir şey itiraf edeyyim mi? Nefret ediyorum senden. Umarım içine virüsler girerde çökersin. Ayrıca bu i tunes programının üreticilerinede selam olsun. Cinnet geçirmek üzereyim. Sonra görüşürüz Joshua hadi hoşçakal.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Bundan böyle her ayın 18'i hippi günü olsun.

Bugün dehşet güzeldi bugün hippi günüydü. Ceysu'nun yanında getirdiği gözlükler çok manyaktı. Keşke bende annemin eski gözlüklerine bi' bakınsaydım. Ama güneş çoktan batmıştı. Fakat hiç pes edilir mi? Ceysunun tipi hala aklımda siyah camlı gözlüklerle Nihan ay çıktı mı? diye soruşu yarılarak gülme nedeni. Seviyorum ben bu deliyi ya. Tabii birde bu tipimizle çiğ köfte yiyişimiz ayrı güzeldi. Su şişeleri kolumuzun altında kekolar gibi :):) Güzeldi ya iyi eğlendik. Aslında korkuyorum başka bir şeyi aktarmaya. Kod adı bili bili olan biriylede güzeldi bugün. Umut'u gezidirdik falan eğlenceliydi. Eski fotoğraflarda ayrı komikti. Annemin ve babamın eski fotoğrafları okul yılları falan. Deli miyiz biz be :D:D Yok biz gayet normaliz. Yanlışlıla sayfayı kapattım ne diyordum ben. Neyse şimdi midem bi' kötü oldu. Çiğ köftemi dokundu yoksa. Neyse sonra görüşürüz. Hadi iyi akşamlar.

Bu kötü bir kapanış oldu ama yetinmeyi bilmelisin Joshua...

Goodbye Bafana (Özgürlüğün Rengi)

Dün yine şöyle geçmişte bir yolculuk yaptım. Kanallar arası zapink yapma telaşım esnasında cnbc-e'de karşılaştım ustalara saygı kuşağında "Özgürlüğün Rengi"'yle. Geçen sene bu zamanlarda Bartın'da seyretmiştik biz bu filmi Ecemle. Hatta ağlamıştım ben yine. Oturdum dün yine seyrettim. Güzel bir filmdi. Bak yine olsa yine seyrederim. O gün geldi aklıma. Ecem hastaydı sanırım biraz ateşi vardı. Ayşegül'e pilavı ben yapıcam demiştim ama sonra suyunu ayarlayamayıp pilavı lapa yapmıştım. 5 kız bir evdeydik gayet güzel bir şekilde yemiştik pilavı. Sanırım pilavın yanında bir de bezelye yemeği vardı. Sonra hatırladığım kadarıyla yoğurt koyunca pilavın tadıda gayet güzel olmuştu. Ya da ben çok acımıştım ondan bana tadı o kadar güzel gelmişti. Yorum yok :) Ben Özgürlüğün Rengini seyrederken kanal d'de Yeni Dünya vardı. Onuda seyredeli bi' 2 yıl oluyor herhalde ama günü hatırlamıyorum Joshua :) boşna bir hikaye daha bekleme. Neyse başıma çok pis bir şey musallat oldu. Petibör bisküvi ile nutella. Bunun kaynağı neye dayanıyor peki. Balıkesir'den döndüğümüz günün gecesi nasıl acıktım ama kelimelerle tarif edemem bu durumu. Evde ekmek falan yok. Ölüyorum açlıktan. Saat gecenin onbiri. O esnada mutfakta gözüme ilişen bisküviyi kaptım nutellayıda aldım çayda yaptım. Ohh mis gibi bir güzel yedim. Şimdi geceleri devam etmekteyim. Öyle az buzda yemiyorum dağıtıyorum valla ortalığı, silip süpürüyorum :D Yakında duba olurum ben Joshua... Yok bu durum düşük bi' ihtimal öyle kilo alan biri değilim. En çokta bunu seviyorum zaten. Dengesiz bir beslenme örneği göster yine de kilo alma. Hava atayım biraz :D:D:D

Neyse kaldığımız yeri bana hatırlatırsın Joshua... Sonra devam ederiz ;)

17 Temmuz 2009 Cuma

O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz

O zaman şarkı söylemeli çığlık çığlığaaaaa
O zaman yüreğin yükü hafifler belki biraz
O zaman şarkı söylemek lazım avaz avazzzzz

Yüksek dozda tuhaf bir mutluluk. Kendi kendimle eğleniyorum sabahtan beri. Ama öncesinde seyredilen duygusal bir film ardında ki travma dakikaları ve sonrasında bol kahkahalı kendimle dalga geçme saatleri. Longman'nın dictionary of contemporary english sözlüğünü elime aldım. Bizim alfabemizde olduğu üzere İngilizlerin alfabesinde de ilk sırada boy gösteren (acaba latinceyle bir ilgisi var mı bak şüphe ettim he ne zekiyim :D) "A" harfinden başlamak sureti ile sözlüğü açtım. Tabii bildiğin kelimelere denk gelince daha bir keyifli oluyor bu işlem. İngiliz aksanı olsun Amerikan aksanı olsun böyle kelimeler cümleler ben tarfından komik bir şekilde dile getirildi. Joshua bak sopayla gelirim yanına gülme bana terbiyesiz çocuk. Zaten küçükken de çok severdim böyle yapmayı. Hatta onları şarkı gibi okurdum bile. Ya da ciddi cümleler kuruyormuş havası verirdim. Kabul ediyorum çocukken kafada bir iki tahta eksikti galiba ki hala eksik. Ne komik ki böyle yaparak halen eğlenebilmekteyim. Neyse şimdilik çenemi açıp Joshua'ya sataşmayacağım. Bugün formumdayım ama neyse. Joshua bi' git markete jelibon al. Defoluverir misin karşımdan? Ben şuan da "o"nunla konuşuyorum. Sana hacet yok!

Son bir iki haftadır kim görse iltifat üzerine iltifat. Ego patlaması geçirmekteyim bu aralar. Bu kadarı bana zarar. (kendini bir şey zanneden insan evladı diye seslen ben gelirim) Hiç abartmıyorum şu son bir iki haftada bir sürü insan evladından duydum bunları. Özellikle saçlarıma aldığım övgü en ön sırada koşuyor puhahaha. Hee bir de gözlerimi çok beğendiklerini söylerler. Ama bi' saniye bu benim geçmişime hakaret sayılıyor bence. Ne yani eğer ben gittikçe güzelleşiyorsam 1 gün önceme bile, ben bu durumu küfür sayarım. Ne bu böyle kabul etmiyorum. İltifatlardan sadece saçlarıma olanı kabul ediyorum. Bakım yapıyoruz herhalde o kadar güzel olacak tabii. Yalnız bi' saniye şimdi aklıma çok naçizane bir söz geldi ve anında kahroldum, yıkıldım bunalıma girmek istiyorum :):):). Çok naçizane bu söz Anton Çehov'dan geliyor efendim. Demiş ki: Eğer bir kadın güzel değilse ona: "sizin gözleriniz güzeldir, sizin saçlarınız güzeldir." derler. O zaman tüm bu övgü dolu cümleleriyle bana yaklaşan insanlığa sesleniyorum. 'Hakaretlerinize ihtiyacım yok! Zaten önemli olan dış güzellik değil iç güzelliktir. Ben yetiştirdiğim ve yücelttiğim ruhumla tüm somut güzellikleri ezer ve de üzerinden bir güzel geçerim. Hatta bir de zıplarım hiç üşenmeden.' (Kendime annemin en sevmediği bir genç kızın ağzına hiç yakıştıramadığı o kelimeyi söylüyorum şimdi) OHAAA! bebeğim yavaş gitti de tökezleme. Neyse sıktı şu ego şişirme nöbeti.

Az kaldı gidiyorum. Şurda 2 günüm var yok. Bu da ölecekmişim gibi oldu be. Nilay'ın o gün 2 adet sınavı olduğundan beni karşılamaya Serena gelecekmiş. İşte bence İtalya'ya ayak bastım ilk günden macera dolu bir durum. Serena elinde Nihan yazan bir pankartla beni karşılayacak aynı filmlerde ki gibi. Ben özellikle istedim :D:D Neyse ben italyanca bilmiyorum ama bu öğrenmeyeceğim anlamına da gelmiyor. Peki İngilizceme ne demeli (şu an da kendimle konuşuyorum joshua ya da "o" üzerine alınma) bebeğim bu öyle pronunciation yaparak hava atmaya benzemiyor. Artık tiyatrodan bir iki replik atarsın nihahahaha. Seninle dalga geçiyorum, seninle dalga geçiyorum. Çok eğleniyorum çünkü seninle dalga geçiyorum. İşte iç sesim bu kadar zevzek.

Şuan da çok duygusal dakikalar yaşamaktayım. Çok ama çok uzun bir zamandan sonra turkcell dışından bir numaradan bana mesaj geldi. Evet evet canlı kanlı biri karşıda ki. İşte ne varsa dostta var. İsocanım benim ya. Valla sağolasın. Telefonum sonunda mesaj gördü. Dur sana dün ismaille olan telefon görüşmemi aktarmak istemekteyim. Şimdi ben kontörsüz sürünen karga anne olsun baba olsun sömürmekteyim. Aldım babamın telefonunu (önce olayın arka planını anlatayım,arkadaşlar ben gitmeden bir toplacaktıkta İsmail'i arayıp haber vericem ama kontör nerdee) tuşladım numaraları ve bir "alo" sesi alıp yanlış numara çevirmediğimi karşımdakinin İsmail olduğunu garantiledikten sonra 'ismail ben nihan' dedim. Ama İsmail soğuk bir sesle "efendim" dedi. İçimden kalas dedim ayran içtik ayrımı düştük dedim ki tam o esnada (tabi benim bunları beynimden geçirmem saliselerle alakalı) efendimin ardından "gizem mi?" diye bir soru gelince bende dayanamayıp ' evet ben gizem numaranızı minibüste koltuğun arkasına yazmışlar ordan aldım' dedim. Belki çok yaratıcı değildi ama sonrasında 'ben nihan ismail' deyince affalamasına yetti. Ben bunu bilir bunu söylerim. Zaten garibim doğum günüden beri ben tarafından iğrenç sesime maruz kalıyor özellikle 'iyi ki doğdun isocan' cümlesi 10 defa tekrarlanıca ismail'de kısa süreli hafıza kaybına neden olmuş olabilirim. Neyse oda idare etmeyi bilsin değil mi? ;)

Karnım acıktı şimdi gidip yemek yiyeyim bari. Üf ya daha valiz hazırlanmadı tüm kıyafetler odanın içersinde fink atıyor. Üşeniyorum onları toparlamaya. Şimdi gidiyorum ben hadi sonra görüşürüz.

Aferim Joshua'da jelibonu getirmiş.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

zihnimde bir başlık oluşmadan yeni kayıt dedim affet beni

Biraz önce deli gibi yağmur yağdı gördün mü Joshua? Hayır aslında bu şekilde başlamak istememiştim. Aslında ne yazacağımı bile bilmeden yazıyorum yani başlığımdan anladığın kadarıyla. Korkuyorum nedeni yok belki ama korkuyorum. Yanlış olan bir şeyler var ama benim yaşamımın neresinde onu bilemiyorum. Belki de yanlış olan şeyin benimle hiç alakası bile yoktur ha ne dersin? Korkuyorum işte anlatması güç, kendimden kaçıyorum. Korkuyorum. Zuhal Olcay "Güçlü görünmeye çalışmıyorum. Güçlü görünmek güçsüzlüğün bir göstergesi." demiş. Tabii kelime kelime böyle değil ama ana fikir bu işte anla Joshua. Ben güçlü görünmek için savaşıyorum demek ki güçsüzüm. Evet evet zaten o yüzden korkuyorum öyle değil mi? Korkak karga. Bu sana hiç yakışmadı. Hani nerede o asarım keserimlerin.

Kendime not: Sen anca kendi gözünü oyarsın yavru kargam benim.


Eee Joshua söyle bakalım

dıt! dıt! internet gitti. Tabii internetin gidişini bu şekilde bir ses vemedi ama işte idare et. Şuanda saat 21:08 anneannemlerdeyim. Aradan epey bi' saat geçmiş. Daha demin etrafımda mavi ve tonlarında, hayatımda gördüğüm en güzel kelebeklerden biri uçuşurken ve kendimi bir masal dünyasında gibi hissederken sağolsun kulaklarımda birden bire kara bir sineğin ahenkli sesini işittim. Teşekkürler bebeğim uyandırdığın için ;) Dalga geçmiyorum gerçekten teşekkür ediyorum Joshua öyle olur olmaz dalınca rüyalara tutulu veriyor kolum, bacağım, boynum... O yüzden teşekkürler karasinek uyandırdığın için. Bak nasılda lafı evirip çevirip Joshua'ya soracağım soruyu arada kaynattım. Ne var yani hiç bunlara girmeden de kaldığım yerden devam edebilirdim ama öyle değil mi? Ama yapmadım peki neden? (farkındaysanız şuan da Joshua ile konuşmuyorum bu üçüncü bir şahıs peki adı ne olsun bu şahsın ben, sen ve "o" ndan 'o' olsun) Yine hiç kimse yanıtlamadan ben cevap veriyorum çünkü Joshua'ya soracak bir soruya sahip değildim öyle gelişi güzel yazmıştım 'eee Joshua söyle bakalım' diye. Bu arada bizim konumuz neydi yav! Nerden nereye geldik. Joshua beni takip et diyorum hep sana. Ama nerde aklın bir karış havada. Daha fazla yazmanın bir gereğini göremiyorum ben burada. Lafı falan uzatmaya hacet yok. Sonra görüşmek üzere...

Joshua'ya not: Joshua dikkat et! Geceleri aniden uyandığında korkma. Düşün ve bir bardak su iç. Güzel şeyler düşün, eğer ağlamak istersen ağla ama saklama. Ben aklından geçen her şeyi bilirim sen de bilirsin.... Ben korkabilirim ama sen korkma yürüyecek daha çok yolun var.

14 Temmuz 2009 Salı

döndüm, özledin mi Joshua?

Gözyaşlarını sil Joshua ayrıca ağlamıyormuş gibi de yapma. Hem giderken yeterince ağladın ardımdan. Fakat bir önceki başlıkta da söylediğim gibi geldim ama daha çok gideceğim. Ayrılıklar hiç bitmeyecek Joshua... Ayrılıklar sana bana ve diğerlerine. Gözyaşlarıysa sadece ikimize. Ağlama Joshua özelliklede ağlamıyormuş gibi yapma! Komik oluyorsun. Ben yokken neler yaptın? Koca bir "hiç" mi yoksa? 6 gün sonra tekrar gidiyorum ve bu sefer daha uzun bir süre yokum yani sen yine koca bir hiçi mi yaşayacaksın buna asla izin vermem. Kendimi yorgun hissediyorum ne de olsa daha eve gireli 1 saat bile olmadı. Yorgunum Joshua ve sadece bedenen değil. Ruhumda fazlasıyla yorgun. Neyse biz böyle sıkıcı konuları geçelim günlerimin nasıl geçtiğini mi merak ettin yoksa?

Çok güzel bir tatil oldu açıkçası. Sessiz sakin bir yerde bayanlar ordusu gibiydik. Begüm, Şeyma Elif çok güzel vakit geçirdik. Tanrım çok kafiyeli oldu :P :) Hee bir de evin tek erkeği Bartu vardı tabii :) Sonra bütün bir hafta boyunca Begümle National Geographic tadında "ergenusları" inceledik. Ne yerler, ne içerler nasıl bir yaşam formu benimsemişler falan filan. Gayet eğlenceliydi bizim için. Sonra bol bol yüzdük güneşlendik falan filan... Bak yavru kargan daha bir karardı Joshua. Hatta o kadar çok yandım ki kaşınıyorum yani hafif hafif soyuluyorum omuz başlarım ve sırtımın bir kısmı ama yine de kararmışlık korunmakta. Birde saçlarımın rengi açıldı ki sorma. Öyle abartılı bir açılma değil tabi şimdi cümlemi okuyunca abartmış gibi oldum ama yine de bence gözle görülürüz bir fark var. Her yaz biraz daha açılıyor saçımın rengi ya da kışın koyulaşıyor. Bu son söylediğim de imkansız, koyulaşıyor olan dipten yeni gelenler olur. Neyse bu saçma konuyu daha fazla uzatmayacağım. Güzel bir tatil geçirdim ve bunu cümlelerimle mahvetmeyeceğim. Dün mesela çok güzeldi. Denizde çok güzeldi. Begümle ikimiz uzandık iskeleye sırt üstü saçlarımızı suya bıraktık ve tersten gökyüzüne baktık. Gerçekten çok manyak bir his. Birden deniz gökyüzü gökyüzündeki bulutlarsa kutuplar oluverdi. Dehşet güzeldi. Annem gittiğimiz yeri 70'lerde ki Mercan'a benzetti zeytin ağaçları, sessizlik, sakinlik vs.

Joshua çok acayip bir şekilde uykum geldi böyle birden bastırdı. Sanırım daha fazla yazamayacağım. Sana şimdilik hoşçakal diyorum. En kısa zamanda tekrar görüşmek üzere. Hadi bana iyi uykular...

6 Temmuz 2009 Pazartesi

geldim, gidiyorum ama daha çok gideceğim...

Joshua yarın Balıkesir'e gidiyorum hadi beni 1 hafta özle bakalım. Ardım sıra ağlama ama bilirsin sert ve uyuz mizacımın altında yumuşak bir hal ve davranış şekli vardır. Kıyamam sonra ben sana. Peki kabul ediyorum bi' önceki cümle iğrençti. Hatta eminim öğelerine dahi ayırmak istemezsin. Neyse boşver şimdi sen benim jelibon kıvamındaki kalbimi. Yine biraraya geldik muhteşem üçlü olarak. Tanrı biliyor Ecem'e yaptığım geyik muhabbeti Ecem'den başka kimse çekmez. Ve evet yine ego patlaması yaşıyorum. Mesela Ecem geçen gün bizi aradı açtım telefonu "neredesin kızım arıyorum kimse açmıyor telefonu." dedi. Tabi ben boş dururmuyorum 'telefon numarayı gösteriyor ondan açmadım' dedim. Tabi oda bana bitmek tükenmek bilmeyen yoğun sevgisinden dolayı "o zaman bende başka numarayla ararım." dedi.* Ah ah şu yaptıklarıma bak Ecem, Kerem'le yeni yeni görüşürken böylemiydim ben. 1 sene önce yavru karga: Ecem niye beni aramıyorsun, Ecem boşver Kerem'i benimle görüş. Ne pislik bir insanım ben, işte bencilim. Umarım Kerem bu yazıyı okumaz Joshua. Fakat ne kadar dayanabilirdi ki tabi ne varsa bende var. 13 yıl geçmiş daha ohhooo ömür boyu böyle devam eder. Ne diyordum iyice geyiğe vurdum tabi ben ne yaparsın anlatacak bir şeyin olmayınca geyik yap dur. Konuyu değiştiriyorum Şimdi Ayşegül mezunda oldu. Hakan Ankara'da aman ya ne bitmek bilmez çilemiz varmış pöf!. Ecemle Bağa oturup bunun için çözüm bile aramışlar. Anlayacağın iyice manyadık. Joshua sen neden bahsettiğimi anlamadın öyle değil mi? Boşver anlama böyle daha iyi. Biz sözde bugün Ecem'le Kadıköy' e gidecektik ama ne mümkün. Benim şu bitmek bilmez panik ataklarım... Yola çıkamaz oldum. İtalya'da ne yapıcam hadi hayırlısı. Neyse Kerem'de benim gibide Ecem bu duruma alışkın. Ne kadar çok "neyse" kullanıyorum ben. Her şeyi ne kadar da çabuk boşvermişim ben. İç ses diyor ki: "Boşvermek ve sen hım... sen onu benim külahıma anlat". Aslında sonuna bebek koyarak kendimle Amerikan vari bir diyalog içerisine girebilirdim fakat bunu yapmayacağım. Sanırım yazımı bitirmenin, tamamlamanın ya da artık her neyse onu yapmanın zamanı geldi. Neymiş Joshua, ardım sıra ağlamak yokmuş. Hadi kendine iyi bak propolisini içmeyi unutma! Oldu mu? Sen bilmiyorsun değil mi? Anne karga beni arı ürünleriyle koruma altına aldı. 2 gün önce polen haplarını içmeye başladım birde arı sütü alacakmış. Artık sen bende ki zeka açılmasını gör. Umarım yazılarıma yansır bakarsın edebiyat parçalarım :P:D:D Görüşebilmek dileğiyle. Hoşçakal...

*Ecem bu yazıyı okuyacağını bildiğim için özellikle yazdım bu telefon görüşmesini nihahaha

3 Temmuz 2009 Cuma

mavi boya olmuş tırnaklarım ve onları taşıyan parmaklarımla dokunuyorum klavyeye

Hep bu şarkılar zaten insanı yoran, yazmayın demek istiyorum sonra da "hayır" diye bağırıyorum kendime. Bencil yaratık. Evet o ben oluyorum galiba. Her şeyi zorlaştırıyorum. Zor, daha önce demiştim öyle değil mi ben bu kelimeyi sevmiyorum diye... Bazen çok kızıyorum kendime. Fazla pervasızca yaşıyor gibiyim oysa tüm hücrelerim milim milim yok olurken. "Eğer gerçek bir duygu seli yaşamayacaksam ölene dek yalnız yaşamayı tercih ederim!" dedim. Vay ben bugün ne büyük bi' laf etmişim öyle. Bunun altına imza atayımda bari ileride karşıma çıkarsa mahkemeye falan verirsin beni. Biliyor musun küçükken böyle şeyler yapardım hep. Mesela bir keresinde soyadımı hiç değiştirmeyeceğime dair bir kağıda imza atmıştım ve o kağıt hala duruyor ablamda. Ya diyorum küçükken vardı benim kafada biraz eksiklik gerçi halen varda çenemle doldurabiliyorum o eksikliği :P:D

Aklıma geldi anlatmadan geçmeyeyim. Ablamla msnde görüştük bugün italyan arkadaşlarıyla evlerinde toplanıp film gecesi yapacaklarmış. Neyse bu arkadaşlarının arasında bir de gay varmış. Kendisi ablamın ilk gay arkadaşı oluyor. Bir de bana, gelince seninlede tanıştıracağım diyor. Umarım beraber alışverişe gideriz. Bi' saniye bu çok Amerikan filmlerinden çıkma bir hayal oldu. Tiksindim aniden kendimden. Öyle işte planlar, planlar, planlar birbirini kovalar.

Bir de bugün ne çok yoruldum ben öyle. Yardıma gittim teyzeme, 3 saatte hoşafım çıktı temizlik sebebiyle. Bu da tam gün vari bir sohbet oldu Joshua... Biliyorum kızıyorsun bana. Ama umurumda dahi değil dinlemek zorundasın beni ;) karşılıklı olarak çekiyoruz birbirimizi diye düşünüyorum ben. ha birde utanmadan soruyor musun sen benim ne derdimi çektin diye? Ayıp ayıp Joshua seni kaale alıyorum ya buna şükret lütfen. Ha şimdi de yine kendini beğenmişliğin mi başladı diyorsun? Evet kendimi beğenmişliğim başladı. Seni hiç olmaktan kurtardım bilmem farkında mısın? Seni var kıldım, seni yarattım Joshua şimdi gelmiş bana kafa mı tutuyorsun? Seni huzurumdan kovmadığım için bana şükretmelisin*. Küsmüyorum sana yine aklında çelişkiler yaşama. Uyardım yalnızca. Bana bunları tekrarlatma.
* görüyorsun değil mi Joshua? kendimi tanrı zannetmeye başladım galiba

Nedense kızdım yine aynı şarkının sözlerini yine okuduğumda. Çok farklı bir izlenim yarattı bende bu defa. Duygular değiştikçe okuduklarımıza yüklediğimiz anlamlarda değişiyor. Evet kızgınım şuan Joshua... Aslında bir kaç dakika önce mutluydum galiba. Anlamlar değişti Joshua. Anlamdan çıkardığım kavramlar değişti. Hani beyninin içinde bir kurt vardır ağacı oyar gibi oyar içini. Beynimde ki o kurt devreye giriyor hep mutluluğu yakaladığımda, tüm iştahıyla atlıyor üzerine. Başka düşünceler yüklüyor beynime. Aynı bilgisayara virüs girmesi gibi. Sanırım güzel hatıralarda virüs temizleyici program vazifesi görüyor bu durumda. Joshua, incitme beni. Biliyorsun fazlasıyla kırılganımdır, işime gelince duygusuz gibi davransamda. Bana karşı gelme o yüzden. Kalabalığın içinden seçebilmeliyim seni. Joshua daha olgunlaşmanın eşiğindesin ve böyle dedi yavru karga.*
* Joshua sana zerdüşt eğitimi vermeye karar verdim. Gerçi şu üstteki cümlelerim pek zerdüşt vari değil ama ne bileyim birden kendimi tuhaf bir duygu bütünlüğü içinde hissettim. Alay etme bak oraya gelirsem fena olur, kızıyorum he! Hem nesi varmış şu zerdüşt eğitiminin öpte başıan koy. Bööööö!

Bak sürekli sinir harbi yaşatan etkenlerle karşı karşıya kalıyorum. Bu fare beni hasta ediyor. Tıklamak istemediğim şeylere tıklatıyor. Güzel bir haberin mutluluğunu dahi yaşatmıyor. Uyuz bilgisayar dil çıkartıyorum sana. Ayrıca benim İtalya'ya gittiğim gün Deep Purple konseri var. Ohhoo Santana konserini bile 3 gün önce öğrenen bir insan için sürpriz olmasa gerek. Kendime yuh diyorum ve susuyorum. Çok uzattım galiba cümlelerimi. Ben aslında bu sabah çok farklı şeyler yazmayı planlamıştım buraya. Hiç bir zaman planlar uygulanmıyor ha ne dersin Joshua? Hadi şimdilik hoşçakal... Basit bir veda bile olsa sen idare etmeyi kendine her zaman erdem edindin ;).




2 Temmuz 2009 Perşembe

yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin...

Dünden beri dolandı dilime. Hem dinliyorum hem de sürekli söyleyip duruyorum. Güzel bir Özdemir Asaf şiiri olmakla beraber güzel bir Feridun Düzağaç şarkısı benim için.

Sana gitme demeyeceğim.

Üşüyorsun ceketimi al.
Günün enzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim.
Ama gitme Lavinia.
Adını gizleyeceğim,
Sen de bilme Lavinia

Tüm duygusal selim bir anda sönüverdi. Ne diyeyim ben bu gençliğe heee! Benim ki de komik bir yakarış oldu ama neyse. Sürekli olarak tuhaf tuhaf şeyler duymak beni soğutuyor ilişkilerden. Kuzum kimse demesin bana niye bir sevgilin yok diye? Zaten böyle salak soru mu olur ya, kendimi bir başkasına sorarken hayal ettim de görüntü dehşet vericiydi. Ama öyle gerçekten! Saçma sapan yaşam formları, bayık ilişkiler. "Seviyorum işte" deyip erkeğin yoyosu olan kızlar yada tam tersi kızın yoyosu olan erkekler. Gelemem ben böyle bayık şeylere. Birde tanımadan etmeden "seni seviyorum" deme cürretini gösterenler var ki tam bi' felaket. Bak aklıma bilimsel bir şey geldi sırf kadın-erkek ilişkilerine bakılarak bile zeka tespiti yapılabilir. Bunu ileride denemeliyim, hatta abartıp ilişkilerde davranış şekilllerinin hangi genlere dayandığını bulmalıyım. O zaman gözüm açık ölebilirim. Zaten benim sonum belli, 30 yaşımda Güney Afrika, insandan önce hayvanları incelemeliyim sonrasındaysa insanların genlerinde kaybolup(tabii zamanla anlayacağım umarım biz insanlardan bir şey olamayacağını) ayrıca saçlarımı halen uzatma derdinden bıkıp usanmadan ölürüm büyük bir olasılıkla. Zaten fazla yaşayacağımı da düşünmemekteyim. He birde uzun süredir görmediğim dostlarıma önce saçlarım uzamış mı diye sorar onlarda "evet epey uzamış" deyincede "yok ya uzamıyorlar" diye yakınırım. Saçımla bir zorum var ama anlayamadım. Nerde kalmıştık saçma sapan ilişkiler mi demiştik. Iyş! O konuyu kapatalım. Anlatmaya değmez "seni aldattım kamuran." "olsun ben seni yine de seviyorum" tarzı ilişkiler. Nereden açıldı bu konu uyuz oldum şimdi. Ben ne güzel mutlu mesut yaşacaktım duygusal selimi. Bu arada Lavinia kim söyleyeyim mi? Gerçke adı Mevhibe Beyat'mış. Güzel gülüşlü bir bayanmış ve Lavinia şiiri ona bu şekilde bir yorum getirdi

"Bir erkeğin günün en güzel saatlerini, gün batımından sonrasını geçirmek istediği kadındı, gitmesin, hep kalsın istenendi Lavinia. İnceydi, kırılgandı, küçücük bir esintide bile üşürdü, onu korumak, kollamak, bir ceketi usulca omuzlarına sarmak gerekirdi. Öyle nazlıydı ki, güzel yalanlarla geçirmek isterdi ömrünü... Yalanların insanı en sert hakikatlerden bile daha çok inciteceğini unutarak... Büyük bir sırdı. Adı gizlenen ama unutulmayan. Erkeğin ve şairin sırrı."


Dün gece yavru bir kedi vardı anneannemlerin bahçesinde. Yanlış bir kapıdan içeri girdi ve kucağıma alıp annesinin yanına götürmek istedim onu. Annesi ortalıkta yoktu. Sevip, okşadım biraz sonra yere bıraktım ve dönüp uzaklaşmaya başladım. Peşimden geliyordu küçücük patileriyle. Zıplaya zıplaya takip ediyordu beni kıyamadım tekrar kucağıma aldım. Annem "geri götür annesi arar" dedi. Biliyordum annesinin arayacağını ama o benimle gelmek istiyordu. Ne yapmalıydım? Tekrar götürdüm bahçeye bıraktım bir köşeye tam arkamı döndüm başladı tekrar koşmaya peşim sıra umarsızca. O kadar sevimli gözüküyordu ki tekrar aldım kucağıma ve anne ben bunu götürüyorum dedim. Annem de "iyi bari süt falan veririz" dedi. Babam elimde kediyi görünce "çabuk götür onu geri annesi merak eder" dedi. Sinir olmuştum merak etse başında dururdu. (duygusal anlar yaşadığımda mantıklı düşünememde) Tekrar geri götürdüm bahçeye ama o kadar mutluydu ki kucağımda, patisini patisinin üzerine atmış keyif çatıyordu adeta. Bıraktım. Yine arkamdan gelmeye başladı zıplaya zıplaya... Annem gülüyordu uzaktan "çok sevimli" diyordu. Ben bir an ümitlendim götürebilirim sandım ama babam "daha hızlı yürü" dedi. Ben hızlanınca yetişemedi ardımda kaldı. O esnada annesi geldi yanına ve patisiyle başından kavradı benim kedimi. (sahiplendim evet bi' şey mi dedin?) Ah be Joshua sana da çok tanıdık gelmedi mi bu hikaye?

Sonra bütün gece kediyi düşündüm. Şimdi tekrar gitsem bıraktığım yerde midir ki? Bir iki fotoğrafını çekerim belki. Gündüz gözüyle sevmeliyim birde. O zaman her şey daha bi' netleşir...