27 Aralık 2011 Salı

Noel Baba nabıyon??

Sevgili 2011'i arkamızda bırakacağımız şu son bir kaç günde uzun zamandır yüzüne bile bakmadığım sevgili blogumunda bu yeni yıl için beklentilerimi, dünya barışının ne zaman sağlanacağı gibi son derece yüzeyselmiş gibi görünen ama duygu ve düşüncelerim hesaba katıldığında ne kadar derin fikirlere kafa yorduğum gerçeğini yadsıyamayacağımız cümlelerimi paylaşacağaım. Neyse...

Sevgili sevdiceğimi görmeme az kalan şu haftada günler geçmek bilmiyor. Sen o kadar zaman bekle, bekle, bekleee şimdi kalsın 3-4 gün bir türlü zaman geçmesin iyi mi. Herhalde görmeme 1 saat kala falan dakikalar yıllar gibi geç(m)e(ye)cek. Beni bulduğunda bekleme stresinden saçlarıma aklar bile düşmüş olabilir. Kerem gel artık ama sende yani olmuyor!! :):)

Sevgili Dali "Ben sürrealizmin ta kendisiyim" demiş. Duygulandım bir an, ah dedim içimden bende postmodernzmin ta kendisiyim(!) Ne vardı sanki ben doğmadan tam da 2 ay önce ölecek. Ne bileyim bi' on yıl falan daha yaşaydı keşke. Sanırım bu biraz da Gala'ya bağlıydı Gala ölmeseydi belki Dali daha çoook yaşardı.

Sevgili Nihan daha fazla saçmalama ve gidip kendine bir kahve yap sonra da kafandan geçen, kağıda dökülse kaç milyon tomar kağıt ziyanına sebep olacağı bilinmeyen düşüncelerinle baş başa kal. Sevgiline mesaj at falan mutlu ol işte.

Sevgili Noel Baba son olarak senden, eğer bu sene adımı yaramazlar listesine yazdıysan oradan tez vakitte adımı silmeni rica ediyorum. Öptüm kib bye!

Sevgili, Hadi bakalım görüşmek üzere... :):)

12 Ekim 2011 Çarşamba

Hapşuruyorum ama sessizliği bozmuyorum.

Bugün o gün değil belki ama insan hayatında bazı anlar yaşar sanki son dakikalarını yaşıyormuş gibi. Belki evet abartılacak bir şey yok sadece bitki fizyolijisi dersindeyiz ama bu işkenceden farksız inanın. Çoğumuz kendimizi oyalayacak bir şeyler bulduk ama bu içinde bulunduğumuz sıkkınlıktan kurtulmamıza yetmiyor. Hayat gerçekten bazı zamanlarda çırpılmamış yumurta gibi. Son derece heterojen bir şekilde sümüksü kısımları yoğun yaşıyoruz.

Bir sonra ki dersimiz bundan çok daha iç kapatıcı geçeceği için bu konuyu kapatma kararı alıyorum.

Bu sıralar yüzümü güldüren en iyi şey cuma günü Kerem'in gelecek olması. Tüm grup toplanıp hep birlikte akşam yemeği yiyeceğiz. Ferzan Özpetek filmlerindeki gibi masa başında olacağız, heyecanlıyım.

Tam da şimdi cam bitkileriyle alakalı bir araştırma ödevi almış olmanın boktan sorumluluk duygusu içerisindeyim oysa ben bitki büyüme düzenleyicilerini seçtiğimi sanıyordum. Neyse...

20:30 servisiyle eve dönmek istiyorum. Sanırım kendi blogumu daha fazla kirletmeden yazıma bi' son vermeliyim. Saçmaladığım için affola!

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Şarap kelimesini duyunca ağzımdan çıkan ilk şey


Buzbağ "Öküzgözü- Boğazkere"

O bir klasik.

Liseye gidiyordum onunla tanıştığımda. O zaman alkollü içecekleri yalnızca annemin ve de babamın yanında içiyordum. Babam getirmişti bir akşam. Bir müşterisi tavsiye etmişti ve hikayesi şöyleydi. Rusya'dan misafirleri gelmiş bir sürü pahalı şarap açmışlar fakat beğenmemiş misafirler. Sonra bir köşede duran Buzbağ dikkatlerini çekmiş o kadar sevmiş ki Rus misafirler koli koli içmişler, yanlarında da götürmüşler. Çok hoşuma gitmişti bu hikaye ve o akşam bende tattığımda, Buzbağ ile tanıştığımda, efsanenin hayranı olmuştum. Kimseler bilmiyordu o zaman benim çevremde. Şimdi herkese söylüyorum için, için...

Hatta o kadar seviyorum ki yakın bir arkadaşıma mutlaka denemelisin diye anlatırken bir gün Victor'un Şarap Evi'nin önünden geçiyorduk. Şişesinin 28 tl olduğunu gördüğümüzde kadehine 14 tl vereceğimiz aklımızdan geçmemişti ee o zaman çokta büyük sayılmazdık. Ama değerdi bir kişi daha artık onun tadını biliyordu. Efsaneleri insanlar yaratır ve onlar yaşatır. Ne kadar çok insan o kadar uzun bir yol.

Ve bu gece yine karşıma çıktı Buzbağ İz tv'de Serkan Ercan'nın Gidiş Dönüş programında. Birden heyacanlandım ve ekrana kitlendim. Şarapları hep sevmişimdir ama Buzbağ'ın yeri hep farklı olacak. Çünkü o bir çoklarının olduğu gibi benim de efsanem.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Hey Nilaaaay!!!


Ve Nilay 1 yıl daha yaşlandı ve hala aynı derecede şapşal. Nilay işte, o benim ablam. Toplu taşıma araçlarında etrafındaki insanları görmezden gelerek müzik dinlerken bağıra çağıra şarkı söyleyen bir insan ve nedense hep detone olmaya oldukça müsait Janis Joplin ve de Nina Simone'dan söyler.Hatta bir keresinde trende ayakta giderken de yapmıştı çok büyük bi' zevk aldığına eminim. 2011 yılında o 24 yaşına basarken ee bizim de bahçemizde yavru kediler varken hep birlikte doğum günün kutlayalım dedik. Seni seviyorum şapşal Nilay!!!



29 Temmuz 2011 Cuma

Bazen kelimeleri terk etmek gerekir.

Ben çok konuşuyorum. Çok fazla konuşuyorum. Gerekli gereksiz ben hep konuşuyorum. Sürekli anılarımı, hikayelerimi anlatıyorum. Çocukluğumu anlatıyorum. Derste öğrendiğim yeni bilgileri etrafımda olanlarla paylaşıyorum. Bildiklerimi, kafamda kelimeye dökülmek için çırpınan düşüncelerimi kendime saklamıyorum. Paylaşıyorum. İyi halt ediyorum!

Duygular, fikirler derine indiğinde tökezliyorum. Kafamın içinde dolanan düşünceler boğazıma dizilmeye başlıyor. Ben aslında konuşamıyorum, ben aslında kendimi anlatamıyorum. Dinliyorum yalnızca. Sonra "bilmiyorum" diyorum. Nasıl bilebilirim ki...

Bu zamana kadar beni anlamadığını söyleyen bütün insanlara ben daha kendimi anlayamıyorum boşver derken şimdi karşımda inatla beni anladığını söyleyen o'na ben hiç bir şey anlatamıyorum. Beni benden daha iyi tanıyorsun değil mi?

Saçmalıyorum saatlerce telefonda. Ne istediğimi bilmiyorum oysa. Kızıyorum, sinirleniyorum, bağırıyorum. Ne yapıyorum ben diyorum ama söylenen her söz varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Ben kendimi ne zaman tanıyacağım ve uçları terk edip bütün gereksiz kelimelerden arınacağım?

15 Temmuz 2011 Cuma

Bazı sözcükler cümle aralarında sıkışır kalır.

Nedenini bilmediğim bazı düşüncelerim var. Kontrol edemediğim ve kafamın hangi noktasından çıktığına dair bir türlü fikir sahibi olamadığım düşünceler. Paronoya, evham.. Hayır hayır bunlar yanılsama düşüncelerin zahiri yanılsaması. Yokken varoluşlar.

Beni yalnızken mutlu eden üç şey var birincisi dans etmek. Küçüklükten beri... İkincisini hatırlamıyorum ama üçüncüsü uzun uzun onunla konuşmak. Zihnimde konuşmak, telefonla konuşmak. Ben onu arayamıyorum ama o beni arıyor. Çünkü herkesin bulabileceği bir yerde değil. Elbette ben özelim onun için ama ben daha onu arayabilecek kudrete sahip değilim. Önce büyümem gerek.

Kendimi bazen oyalayamıyorum ve işte o zaman çok kırıcı olabiliyorum. Bazen sadece tek bir şeye saplanıp uzun süre o şekilde kalabiliyorum. Bu hoşuma gitmiyor. Ben kendimi yoruyorum. İnsanoğlunun düşmanlarından biride kendisidir. Ve benim kendimden başka düşmanım yok. Her zaman böyle değil tabi onunla konuştuğumda kendime değer veriyorum. ve bazen küçükte olsa güzel bir iş başardığımda. Mesela günde 2lt. den fazla su içtiğimde mutlu oluyorum. Kendime değer vermek bana güç veriyor.

>>>>>>><<<<<<< <<<<<<<>>>>>>> >>>>>>><<<<<<<

Bir gün gelecek ve ona "sen" demeye başladığımda büyümüş olacağım.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Üşümek bilinçaltıyla beslenir.

Yapmaya çalıştığım ve her seferinde başarısızlıkla sonuçlanan erken uyanma provalarım biyolojik olarak sonuç vermemesi gerektiği halde saat 06:20'de ilk dıt sesine uyandım. Demek ki pozitif deneyler bazı noktalarda işe yaramayabiliyormuş.

Isınmam epey bir zamanımı aldı.

Toplu taşıma araçlarında klimaların 23 dereceden aşağı hava üflemesi, bir yasa gereğince yasaklanmalı. İnsanları bir yerden bir yere, mezbahaya et taşır gibi götürülmemeli. Bugün trenin içi kaç dereceydi? 15 mi? Pırrr!!

Elbette ki hayat tezatlarla birlikte daha da acıdır. Trende soğukta kolundaki bütün kıllar vücut sıcaklığını bir miktar yükseltebilmek adına kendini kaybedercesine dikilmiş insanların yanında trenin hemen dışında cehennem sıcağında altındaki kot pantolonla süblimleşme kat sayısını 2 katına çıkaran insanlarda vardır. Hayat acıdır! Zaten bizde o sebeple inadına yaşarız. Ölmeyiz, ölemeyiz. Sürünürüz... Ya donarak ya da yanarak!

ve o bana dedi ki son telefon konuşmamızda, hem yanmayı hem de donmayı zevk haline getirmişler için "hepsi et pazarı gibi geliyor bana."

Ne oluyor sana? dedim.

Bilmiyorum! dedi.

Aslında söylemediği biraz güneş biraz denizdi.

Sustum, sustu.

Sustuk...

Ona söylediğim en son cümle neydi?

Cümlelerimi bulmaya davet ediyorum kendimi.

Önden buyurun efendim.

8 Temmuz 2011 Cuma

Esnemek sessizliği bozar.

Dakikalarca süren sessizliğin ardından telefonum çaldı. Dakikalarca süren sessizlik öncesi esnediğim için bu durum kısa süreli bir mola yerini almış ve de saatlerce sürecek olan sessizliğimi bozmuştu. Telefonu açtım. Ne yapıyorsun? dedi, hiç öyle boş boş oturuyorum asıl sen ne yapıyorsun? dedim. Yanıt gelmedi. Bende telefonu kapattım. Yeniden uzun bir sessizliğin parçası olabilirdim. Vazgeçtim, esnedim...

Şimdi şöyle bir durum söz konusu, yarın sabah erkenden nasıl kalkacağım? Günlerdir erken kalkma provası yapıyorum ve hiç birinde başarılı olamadım. Gün içersinde uyumamak için verdiğim çaba da takdire şayan elbette ki. Oysa ki başlangıçta, plan yaparken yalnızca ben sabahları erken kalkmayacaktım ki. Ne vardı sanki iptal edilecek. İptal edilmeli miydi yani? Belki de bu en doğrusu olabilir ama sabah erken kalkma problemimi çözmeyecek. Böyle durumlarda yalnız olmaktan hoşlanmıyorum.

Konuyu beynimden siliyorum.

Belki güzel bir yolculuk olur, kitap falan okurum ayakta kalmazsam.

Neden hep böyle zamanlarda kulaklığım bozulur ki müzik bile dinleyemeyeceğim.

Belki hava esintili olur yaylana yaylana giderim belli mi olur?!

İlk cümlemi hala bulamadım.

İlk cümlem neydi?

Aslında soruma cevap gelmemesinin sebebi sesimin gitmeyişiymiş.

Hayır, hayır soruma cevap gelmeyişinin sebebi onun sesinin gelmeyişiymiş.

Şimdi sesi geldi, o yok!

5 Nisan 2011 Salı

Ha ha he he hö hö, HÖ?

Aylar aylar önce... neyse çok uzatılması gerekmiyor bilinmesi gereken bir şey varsa bloguma dokundular!! Kocaman kırmızı bir yazı vardı BU SİTE MAHKEME KARARIYLA ERİŞİME KAPATILMIŞTIR diye. Herkes eshefle kınadı ya da kınamıştır herhalde öf bilmiyorum neyse konu bu değildi şu anda ama neydi unuttum! Vize zamanı geliyor bugün okul yok hava berbat, hadi mutlu olalım. Dıt dıt şu anda sistem dışıyım. Söyleyeceğim her şeyi unuttum. Sonra görüşelim.

16 Ocak 2011 Pazar

Şimdi, şu anda!

Sessiz hissediyorum. Kelimeler kafamın içinde dönüp duran yaramaz çocuklar gibi... Dilimde bitiveriyorlar ve sonra parmak uçlarımda. Gülümsediğimde kaçıyorlar çünkü onları yaralıyorum her seferinde, bunu biliyorlar. Daha en başından beri, ellerim ufacıkkende durum hep böyleydi. Ellerim büyüdü ama kalbim ufacık kaldı ama şimdilerde büyüyor o da, sanki her çarpışında biraz daha. Şu anda sadece sessiz hissediyorum, belki biraz eksik belki biraz tenha. Ama geçer biliyorum gün doğumunda. Kırdığım, kopardığım her parça iyileşir mi rüyalarımda? Öğreneceğim ne çok şey var. İlk sırada da büyümek... O tamamlanmadan, ilk adımla dengeyi sağlamadan kırıyorum camdan merdivenleri.