Bir şeyi çok istersen olur derler. Evet, olabiliyor haklılar ama sonra pısss! Sönen bir balonun sesi kadar iç gıcıklayıcı "da" olabiliyor.
Kendime şu soruyu yineliyorum "ne bekliyordun?". Her seferinde aynı hataya düşüyorum. Zannediyorum ki arzu ettiğim şey gerçekleştiğinde yaşam 180 derece değişecek. Olan sadece biraz yol aldığımı zannedip en başa dönmekten öteye gidemiyor. Çoğalmak isterken eksildiğimi hissediyorum. Eksiklik, yıpratıcı. Ortada olan duruma yaklaşım şeklimi ve bakış açımı değiştirmem gerekiyor. Gayet yavşak bir kalıp olan "salla ya!" yı düşüncelerimin bir tarafına zamkla yapıştırmalıyım. Gereğinden fazla sessiz, çığlık atmak istiyorum.
31 Ocak 2014 Cuma
29 Ocak 2014 Çarşamba
Monologlarla yaşıyorum.
-"Selam canım" cümle bile olamamış iki kelimenin samimiyetsizliğinde boğuluyorum.
-Ben ne mi yapıyorum, bütün gün evin içinde bir aptal gibi dolanıp duruyorum. Uyuyorum...
-Bir şeyi merak ediyorum neden iş başvurularında görüşmeye çağırmak için bir gün önceden arıyorlar? Buna sinir oluyorum ve tabii ki o görüşmeyi kabul etmiyorum başka bir güne randevu istiyorum. Bunu, tuzum kuru olmaya devam ettiği müddetçe sürdürmeyi planlıyorum.
-Berbat film kotamı dolduralı çok oldu. O sebeple berbat bir filme denk geldiğimde küfür edebiliyorum. -Ayrıca her yerde çok fazla boktan film var ve bazen iyilerini bulmak çok zor oluyor.
-25 (yirmibeş) iki göz kırpışı arasındaki mesafe kadar yakın bana. Belki diyorsun "kıçımın kenarı 25 fazla mı geliyor sana?", benden uzaklaşan, yapamadığım, içimde kalanları düşündükçe fazla geliyor evet.
-Yorgunum, tüm olan biten aptallıkları düşünmekten. Ama artık bıraktım düşünmüyorum aptallıkları.
-Yağmurlu, kapalı ve soğuk havaları mutsuzken sevmiyorum. Böyle havalar için mutlu ya da huzurlu olmalıyım ki kendimi hüznün havasına sokmaya çalışırken tatmin olabileyim. Yoksa sonuç salya sümükten öteye geçemiyor ve ben salya-sümük ikilisinden oldukça sıkıldım.
-Bugün aralıksız kaç saattir radyo dinliyorum, dur hemen bakıp geliyorum.
-4 saat 32 dakika 29 saniye 30,31,32...
-Şu anda Frank Sinatra My Way çalıyor.
-Sana bir şarkı armağan etmek istedim.
-Mina'dan Senza Fiato sana gelsin.
Sonra...
-Aklımda aylardır hep aynı dizeler, cevaplaması çok zor. Keşke sana sorabilsem, keşke tam da şu aralar zihnimde beliren yansımadaki gibi sana sorabilsem. Hadi sordum diyelim, çok korkuyorum anlamamandan. Ya anlamazsan?
-Belki ağır gelir, belki boş.
-Kimsin sen?
-Bu gidişle geç kalırsın!
-Kararsız olduğunu düşündüren çok fazla şey var.
-Kararsızlık bir yerde zayıflıktır.
-İnsan tanımadığı birine sırtını dönebilir mi? O sırt zaten dönük müdür? Tekrar dönersek "sırtımızı" yoksa yüzümüzü mü dönmüş oluruz?
-İşte böyle anlamsız, beni ikilemden ikileme sürükleyen sorularla ve sorunlarla boğuşuyorum. Hapisanede gibi zihnim bir kaç adım sonra ,hiç fark etmez sola ya da sağa, tosluyorum.
-Johnny ve Joshua ile uğraşmak hiç kolay değil bir de Jonathan çıktı ortaya. Neyse ki "o" bu karakterler arasında ortada bir yerde. Ph tablosunda durumu değerlendiriyor olsaydık Johnny asidik, Joshua bazik, Jonathan ise nötr olurdu. Bak yine saçmalamaya başladım yoksa en başından beri saçmalıyor muydum?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)